KURNAZ VE KORKAK İNSANLAR;

   “ -aman ben görünmeyeyim,

   -aman benim başım belaya girmesin,

  -sakın benim adım geçmesin “ diyenler şimdilik kazanıyorlar.

Bu gibi insanlar “ saman altından su yürütüyor “ ve hep kazanıyorlar gibi görünseler de belli bir zaman sonunda hep kaybederler. Aslında bütün korkaklar, düzenbazlar ve haramzadeler sonunda kaybeder. Çocuklarına, torunlarına şerefli bir isim ve helal bir miras bırakamazlar.

   Sonunda hep cesurlar, dürüstler ve iyiler kazanır, bunları görmek için uzun bir zaman ve olaylara gönül gözüyle bakmak ve görmek gerekir.

 ANTALYA FARKI MI ?.

Antalya Konyaaltı İlçesi Arapsuyu Mahallesinde kuzeyden sol şerite giden ticari taksi ile sağ sokaktan gelip caddeyi yarıp karşıya geçmek isteyen özel araç çarpışmıştır.

Sürücüler ve yanındakiler bağırıp çağırmadan; sopaları çıkarmadan, bıçakları çekmeden kavga etmeden uygar bir şekilde konuşarak olaya çözüm arıyorlar. Haydi Antalya göster farkını burası İstanbul değil!

MEHMET KAHYA’NIN ARDINDAN.

Bilindiği gibi Ömer oğlu Mehmet Kahya uzun süredir tedavi gördüğü kötü hastalık sonucu 2 gün önce Antalya’da vefat etmiştir.

Büyük düşünür, tasavvuf ehli sufi ozan bir şiirinde; 

   Bir garip ölmüş diyeler,

   Üç gün sonra duyalar,

   Soğuk su ile yuyalar.

   Söyle garip bencileyin”

demiştir.

Bu şiirde bu Dünya’da insanın yalnızlığı ve garipliği anlatırlar. Ünlü ozan “ Ben de bir garibim “ der.

Mehmet Kahya’nın garipliği Çukurbağ Köyü eski muhtarlarından ve Ortakuyu Mahallesinin bilinen ağır başlı, efendi kişisi,  Kadir Çavuş’( Kahya)un oğlu Ömer Kahya’nın

oğlu olarak 1956 yılında dünyaya gelmesiyle başlar.

Babası Ömer Kahya, Kaş Kaymakamlığı ve sonra Meteoroloji memurluğunda çalışırken 1958 yılında hastalanarak Antalya’da vefat edince Mehmet 2 yaşında öksüz kalır. O zamanki koşullarda cenazeyi Kaş’a nakletmek zor olduğundan Ömer Kahya’yı ailesi Antalya Andızlı Mezarlığına defneder. Şu an Ömer Kahya’nın mezarın yerini akrabalarının bulup bulmadığı konusunda kesin bir bilgim yok.

Ticari hayatı iniş ve çıkışlarla dolu Mehmet son senelerde kurslara giderek Arapça, Rusça ve İngilizce dillerini ve Kur’an tefsirini öğrenmiş bu dillerde kitapları ana dili gibi okuduğunu herkese anlatıyordu.

Yıllardır çekmekte olduğu hastalığı iyice ilerleyince bunun için yurtdışından ithal akıllı ilaç kullanması önerilmiş bu pahalı akıllı ilaçları satın alırken maddi katkıya ihtiyaç duymuştu. Bu konuda tüm akrabaları ve arkadaşlarından yardım isteğinde bulunmuştu, başta okul arkadaşlarının kendisine maddi ve manevi olarak çok yardımcı olduğunu bana anlatmıştı.

 Herkes kendi içinde yaşadığını en iyi kendisi bilir, Mehmet’in kendi içinde ne fırtınalar yaşadığını ne acılar çektiğini bilmiyorum. Tek bildiğim ünlü Ozanımız Yunus Emre’nin dediği gibi;  Cenazeye katılan bir elin parmakları kadar birkaç kişi tabutu elleriyle taşıyarak bu garibi annesinin kabri üstüne, onun manevi kucağına defnettik.

    Belki sağlığında çok görüşemedik, sohbet imkanımız olmadı kendisine çok yardımcı olamadık ama son insanlık görevini birkaç akraba, dost ve arkadaşıyla birlikte yapmış olduk. Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin.

GÜN DOĞMADAN NELER DOĞAR

Atalarımız “ gün doğmadan neler doğar “ derler. Bu atasözünde her şeyin çok kısa bir zamanda dürpriz bir şekilde değişeceğini anlatmak ister.

Eski devirlerde bir kral altın düğmeli atlas kumaşından

bir kaftan diktirmek istemiş, özel terzisini huzura çağırmış;

-Terzibaşı, atlas kumaştan altın düğmeli bir kaftan dikmeni istiyorum, bunu yarın öğleden sonraki geçit töreninde giyeceğim.

Terzibaşı;

- Amam kralım, ben bunun altın düğmelerini bile bir günde basamam. Mümkün değil yetiştiremem “ demiş.

Kral ;

- ben anlamam, ne yap yap yarın öğleden sonra bu haftanı giyeceğim, yoksa kelleni kestiririm “ demiş.

Terzibaşı hemen işe koyulmuş, gece boyu hiç uyumadan kaftanın kumaşını kesmiş, kumaşı teyellemiş, düğmelere sıra gelmemiş.

Terzibaşı hem çalışıyor, hem ağlayarak söyleniyormuş ;

-bu kaftan mümkün değil yarına yetişmez, kral yarın benim kafamı kestirecek.

Hanımı ustayı sakinleştirmeye çalışıyormuş;

-ulan herif söylenip durma,gün doğmadan neler olur, sabah ola hayrola “ diyormuş.

Terzibaşı ;

- işte sabah olmak üzere, birkaç saatte ne olabilir ki?

Sabaha karşı evin kapısı çok sert vurulmaya başlamış. Evin hanımı heyecanla kapıyı açmış, bakmış sarayın adamları kapıda bekliyorlar.

- Terzibaşı evde mi ? Diye sormuşlar.

Terzi sesleri duymuş, eli ayağı titremeye başlamış,korkmuş,kaftanın bitemiyeceğimi öğrenen kral durumu öğrendi beni asacak “ diye düşünmüş. Kapıya gelen sarayın adamlarına seslenmiş;

- ne olur 5 dakika izin verin bir abdest alayım “ demiş. Karısına da;

- hatun hakkını helal et, hayat buraya kadarmış, çocuklarım sana emanet, Birgün Ahirette buluşuruz” demiş.

Kapıdaki saray görevlileri seslenmişler;

-biz sizi götürmeyeceğiz, kralımız size bir kaftan sipariş etmiş, kralımız sabaha karşı hakkın rahmetine kavuştu, artık kaftanı dikmenize gerek yok, bunu size haber vermeye geldik.

Adam ve karısı derin bir nefes almışlar, kadın hemen atılmış;

- ulan herif,ben sana demedim mi, gün doğmadan neler doğar, sabah olmadan neler olur!

Gün ola harman ola, sabah ola hayrola!

Sabahımız ve günümüz hayırlı olsun.

KESER DÖNER, SAP DÖNER,

MASAT DÖNER, HESAP DÖNER,

BU DÜNYADA BİRGÜN

HER ŞEY ASLINA DÖNER,

Sıcak ve ıslak havalar iki günde döndü, havadaki nemi doğa emdi, yok etti. Şimdi kuzeyden şeyin bir poyraz esiyor. İnsanlar havanın ve denizin tadını çıkarıyorlar.

Hayat her zaman güzeldir, sevmesini, sabretmesini ve yaşamasını bilene!

İNSAN YARATILIŞI GEREĞİ KENDİSİNİ ÇOK ÖNEMSİYOR

   İnsan yaratılışı gereği kendisini çok önemsiyor.

   Hele servet ve sıfat sahibi insanlar daha çok kibire, gurura kapılıyorlar.

 Halbuki Kızılderili Şefinin dediği gibi, biz bu dünyayı torunlarımızdan ödünç aldık. Hiç birimiz kalıcı değiliz, herkes emanetçidir.

İnsanlar bu durumu kabul etseler, bu gereksiz savaşların, kavgaların, günlük kötülüklerin ne kadar boş olduğu anlaşılır.