“DOĞDUĞUN COĞRAFYA KADERİNDİR “ demiş ünlü Arap-İslam Filozofu İbni-i Haldun.
Ş bn Haldun[a] (Arapça: ابن خلدون 27 Mayıs 1332, Tunus - 19 Mart 1406, Kahire), modern tarih yazımının, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir.
Ayrıca İslam aleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.
Doğduğum ve uzun süre yaşadığım coğrafya yokluk ve yoksunluk içindeydi. Her yere çok uzaktı, ulaşım, iletişim hiç bir şey yoktu. Coğrafya dağlar, kayalar, hatta taşlar bile çok sert ve keskindi.
O zamanlar YSE olarak anılan yol, su ve elektrik gelsin de başka bir şey istemeyiz düşüncesindeydik. Bu günkü halimize bakınca keşke yol, su ve elektrik yavaş yavaş gelseydi diyorum.
Coğrafyanın fiziki görünümü, konforu, zenginliği değişti ama bizim varlık içinde yaşadığımız sıkıntılar yokluk yıllarındaki çektiğimiz sıkıntılardan çok daha fazla görünüyor.
SON SÖZ ;
Doğduğun coğrafya, seni doğuran kadın, eğer erkeksen, evlendiğin kadın kaderindir.
3 MAYMUN
İnsanlar toplumsal ve sosyal konularda 3 maymun gibi olsalar “ görmedim, duymadım, bilmiyorum” dese de insanlar “ varlıklarının ve sahip olduklarının da “ değerini bilmiyorlar. İnsanlar her yönden başkalarıyla “kör bir yarış içindeler” Bu yarış sırasında hiç arkaya bakmıyorlar, arkada kalanları “ görmek, bilmek ve duymak istemiyorlar”. Devamlı yarışta önde koşanlara bakan gençler ve diğer insanlar “ aşırı bir hırs ve öfke içindeler”;
- Onun var benim niye yok? diye sinir krizlerine giriyorlar. Var olanlara o varlıklar nereden, nasıl ve kaç yılda gelmiş onu bilmek ve beklemek istemiyorlar. Çinkü sabır nedir bilmiyorlar, aileler çocuklarına “ sabrı öğretmiyor”.
Halbuki bazı varlıklar veya yetenekler ancak 3 nesil sonra ortaya çıkar. Günümüzde kimse çok çalışarak dürüst ve alın teri ile “ dişinden tırnağından arttırarak, tasarruf ederek, sabırla katlanarak “ varlık” sahibi olmak istemiyor. Herkes ve özellikle gençler;
- Hemen şimdi, niye yıllarca bekleyeceğim “ diye düşünüyor.
İnsanlar “ düşünmeyi “ unuttular. Düşünmeyi unutan insanlar “ kendi içine dönme, derin düşünme, tefekkür, şükür, modern deyimle meditasyonu “ da unutttu. Bu hızlı hayat koşusunda birçok insan yolda kalacak, birçok insan bu hızla koşuya devam edemeyecek, birçok insan bu yolda ekonomik ve sosyal yönden çökecektir.
İnsanlığın kurtuluşu bu çılgın giden yarışta mola vermek, elindeki sahip olduğu sağlık; meslek veya servetin “ değerini” bilmesi inandığı değerlere” teşekkür, şükür etmesi” gerekir. İnsan şükrettikçe morali düzelir, sabrı artar, bu sakinlikte daha doğru, mantıklı kararlar verir, isabetli sonuçlar alır.
Sabır eden ve inandığı değerlere, kainata teşekkür edenlerin ileride “ teşekkür edeceği” maddi ve manevi varlıkları artar, huzura kavuşurlar.@öne çıkar.
ÇOCUKLAR VE TORUNLAR!
Günümüzde herkes çocuğunun, torununun çok zeki ve akıllı olduğunu sanıyor tümekirfek veya büyük aileler kız çocuklarına” prenses “ oğlan çocuklarına “ veliaht/ kral “ gibi davranıyorlar.
Hayatım gerçeklerinden hiç haberi olmayan, psikoloğlara göre ” ben çok değerliyim, ne istersem yapılıyor” duygusuna kapılan duygusuz ve egosu çok yüksek çocuklar ve torunlar yetiştiriyoruz.
Bu “z kuşağı zıpır” çocukları ömrü olan önümüzdeki yıllarda görecektir. Herkes kendini kraliçe, prenses, şehzade, veliaht, kral sanırsa, bunlara kim hizmet edecektir.
Atalarımız; çocuğunun tahtını yapabilirsin ama bahtını/ şansını yapamazsın” derler. Korkarım ki bu prenses ve şehzadeler ileride çok kötü sürprizlerle karşılaşacaktır.
Keçiyi, koyunu ineği, mandayı kim besleyecek, kimler et veya süt yumurta üretecek, buğdayı ekmeği, sebzeyi, meyveyi kim yetiştirecek ?.
Evleri ve sokakları kim temizleyecek, yırtılan giysinizi, binlerce liralık marka ayakkabınızın yırtığını kim dikecek?
Pahalı okullarda bu prenses ve şehzadelere kimler hizmet edecek?…………
Gerisini de siz yazın sevgili dostlar, Dünya’nın bin yıllardır savaşan, dinlerin doğum yeri Ortadoğu’da kan gövdeyi götürürken bu prensesler veya şehzadelerin anne ve babaları, büyük anneleri veya dedeleri bunu görüp düşünüyorlar mı?
İNSANLAR VE BAŞARI
İnsanlar başarı ve kazanç çılgınlığına kapılmışlardır. Herkes çocuğunun çok başarılı biri olmasını ve çok para kazanarak zengin olmasını istemektedir. Birçok anne veya baba;
- Ben görmedim, yaşamadım çocuğum yaşasın “ deyip hayatını
çocuklarına adamaktadır.
Başarı ve kazanç “kutsal” hale getirilmiştir. Hedefe varmak için her yol kullanılabilir. Zengin olmak için etrafınızdaki kişilerin kalplerini kırabilir, onların haklarını ellerinden alabilir, hatta onları yok edebilirsiniz. Çünkü başarılı ve zengin olduğunuzda toplum sizi alkışlayacak ve başarınızı kutsayacaktır.
Birçok anne baba çocuklarının sadece testlerdeki başarılarıyla öğünmekte ve hayatlarının merkezine çocuklarının okul başarısını koymaktadırlar.
Şimdi ben sizin adınıza soruyorum;
- Ey sevgili anne, baba siz çocuğunuza sevgiyi, saygıyı, sempati ve empatiyi, temel insanlık değerlerini öğrettiniz mi ?
Günümüzde insanlar sadece başarı ve kazandıkları para ile değerlendirilirse toplumların dayanışma harcı bitmiş sayılır.
Sorusu olan varsa parmak kaldırsın!
SUSUN LÜTFEN!
Eski devirlerde bilgiye ve Bilge’ye çok büyük saygı vardı. Bu 2000 yıllarına kadar bizim toplumda devam ettti. 1990 Özal döneminden sonra ekonomik refaha kavuşan yeni “ orta sınıf” gittikçe palazlanmaya başladı. TV yayınlarının her yere ulaşması, akıllı telefonların çıkması, internetin yaygınlaşmasıyla bilgiye ulaşım kolaylaştı. Herkes elindeki akıllı telefonları bilgi bankasından öğrenmeye, saçma sapan konuları da buralardan öğrenmeye başladılar.
Telefon ve dijital yaygınlaşması ve hatta gençlerdeki dijital bağımlılık bilgi ve bilginin kıymetini ve saygınlığını yok etti. Bunda önünde sıfatı olan bilim adamlarının da “ yalan yanlış bilgi vermeleri’nin de etkisi oldu. Günümüzde her bilgi şüphe ile karşılanıyor, yanınıza yaklaşan herkes “ şüpheli şahıs “ gibi davranış görüyor. Onun için çoğu konuşmaların veya konuşmacıların toplum karşısında hiç bir değeri yok.
Bazen susmak en iyi konuşmadan daha iyi bir çözümdür. Bilgisi denetimi ve güvenirliği olmayan kişiler “ susarsa” toplum huzura kavuşabilir.
MAPUS KEDİ VE ÇORUM CEZAEVİ
(KEMAL TAHİR)
1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yaşanan "Mapus" adlı kedinin hikayesi
Türk Edebiyatı'nın ünlü yazarlarından Kemâl Tahir 1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yatıyordu, suçu kitap yazmak tı...
O yıllar, İkinci Dünya Savaşı yılları, Türkiye savaşa katılmamış ama dolaylı yoldan etkilenmiş, memlekette kıtlık başlamış, halk temel ihtiyaç maddelerini temin etmekte çok zorlanıyor. Yokluğun olduğu yerde suç oranı artar, böylece cezaevleri dolup taşıyor.
Çorum Cezaevi Müdürü kitap okumayı seven entellektüel bir adam, Kemâl Tahir de o dönemin en ünlü yazarı; hâl böyle olunca Müdür Bey Kemâl Tahir'e birtakım imtiyazlar veriyor, tek kişilik koğuşta kalmasını sağlıyor ve onun için bir daktilo getirtiyor.
O yıllarda toplumun eğitim düzeyi bugünkü gibi değil, cezaevlerindeki mahkumların belki de yarısı okuma yazma bilmiyor.
Mahkumun evrak işi hiç bitmez, cezaevinde Kemâl Tahir'den başka düzgün yazı yazabilen kişi yok; mahkumlar savunma ve temyiz dilekçeleri yazdırabilmek için O'nun koğuşunun önünde sıraya giriyorlar.
O günlerde Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nden bir kedi yavrusu istiyor.
Cezaevinde kuş harici hayvan beslemek yasaktır ama Müdür Bey çok değer verdiği ünlü yazarı kırmıyor, Müdür, sokaktan aldığı bir yavru kediyi Kemâl Tahir'e hediye ediyor.
Kemâl Tahir, romanlarında sıkça bahsettiği kedisine işte böyle kavuşuyor ve adını "Mapus" koyuyor. Öyle ya, cezaevinde yaşayan kedi de aslında bir mahkum, diğer deyişle bir mapus.
Mahkumların dilekçe yazdırmak için koğuşunun önünde sıraya girdiklerini belirtmiştim fakat herkes için dilekçe yazmaz Kemâl Tahir, sadece kader mahkumları için yazar.
Birgün Çorum Cezaevi'ne Malatya Cezaevi'nden sevk edilen bir tutuklu geliyor, üç kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle idam cezasına mahkum edilmiş ama dosyasına kesinleşme şerhi konulmamış, temyizde bekliyor... Lâkabı "İdamlık Yusuf"...
Okuma yazma bilmeyen Yusuf'un kendini savunabilecek durumu yok, O da namını çok işittiği Kemâl Tahir'den yardım istiyor, fakat sadece kader mahkumları için dilekçe yazan Kemâl Tahir, üç kişiyi öldürdüğü iddia edilen Yusuf'u öyle görmediği için ilgilenmiyor.
Aradan biraz zaman geçiyor.
Bir sabah Kemâl Tahir avluya çıkmış, çayını ve sigarasını içerken, biraz ilerideki duvarın dibinde kedi Mapus'un başını okşayan Yusuf'a gözü takılıyor. Çağırıyor yanına...
Yusuf geliyor, "Buyur Beyim, bir isteğin mi var?"
"Sen gerçekten üç kişiyi öldürdün mü?"
"Onları ağanın oğlu öldürdü, ben gariban bir marabayım, suçu üstüme yıktılar Beyim..."
"İkindi vakti koğuşuma gel de konuşalım."
"Sağol Beyim... Lâkin daha önce benimle ilgilenmemiştin, sorduğum için af buyur ama şimdi ne oldu?..."
"Bu kedi herkese yanaşmaz, senin kalbinin temiz olduğunu hissetmiş ki yanına gelmiş... Katil olmadığını anladım, sana yardım edeceğim..."
Fazla uzatmayalım...
Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nün de yardımı sayesinde Yusuf'a verilen idam cezasının temyizde bozulmasını sağladı, Yusuf tekrar yargılandı.
Bu süre içinde Yusuf'un köyünde başka cinayetler de işlendi ve yürütülen soruşturma neticesinde tüm cinayetlerin köy ağasının oğlu tarafından işlendiği ortaya çıktı...
İdamlık Yusuf beraat etti...
Bir kedinin içgüdüsü ve ona güvenen sahibinin iyiniyeti sayesinde adalet yerini buldu.
Kemâl Tahir, cezaevinden çıkarken Mapus'u da beraberinde götürdü...
Sonraki yıllarda, Türk Edebiyatı'nın klasikleri arasında yeralan romanlarını yazarken, çok sevdiği kedisi de yanıbaşında uyuyordu...
Siz kedi sever misiniz?...
Siz köpek sever misiniz?...
Siz insan sever misiniz?...