‘' Ne zaman ki imame kırıldı ve tespih tanelerini bir arada tutan ip (habillâh) koptu,sağa sola savrulduk…''
Çok uzak olmayan bir zaman dilimi içinde Ortadoğu'da sınırların sadece egemenlik alanlarını belirleyen birer hat olarak işlev göreceğini ,insanların vize ve sınır kontrolü olmadan seyahat edebileceklerini söylemek müneccimlik değil, olsa olsa geleceği doğru okumaktır.
İnsan olarak belki kendi komşumuzu seçme şansına sahibiz. Bulunduğumuz binada,sokak veya mahallede, hatta şehirde sorun yaşıyorsak evimizi değiştiririz. Daha mutlu ve sorunsuz yaşayabile-ğimiz bir yere göç ederiz. Ama ülkelerin komşularını seçme lüksü yoktur. Ülkeler komşularını hazır bulur ve işlerine gelmediği zaman bir başka yere göçme imkanına sahip değillerdir.
Ortadoğu haritasını açıp önümüze koyduğumuzda hemen hemen tamamı ile geçmişte aynı çatı altında birlikte yaşadığımızı görürüz. Bu ülkelerin birer bağımsız devlet olarak ortaya çıkış öyküleri de herkesin malumu. Yine bu ülkelerde yaşayan halklarla aynı manevi iklimi paylaştığımız, akraba olduğumuz da bir gerçek. Özetle biz aynı ümmetin çocuklarıyız. Mayamız bir,sevinç ve kederimiz de birdir, bir olmalıdır.
Bu ümmetin çocukları geçmişte bir ve beraberken tarihin şerefi olan muhteşem bir medeniyetin mimarları oldular. Dünya insanlığına adalet, barış ve özgürlük sundular. Zulme ve baskıya izin vermediler. Kimsenin dinine, diline, ırz ve namusuna karışmadılar. Zalimin karşısında mazlumun yanında yer aldılar.
Ne zaman ki tesbih tanelerini bir arada tutan ip (habillâh) koptu, sağa sola savrulduk.
Batı'nın sömürü ve talana dayalı vahşet medeniyetinin insanlığa sunduğu zülüm, gözyaşı, kan ve acı dolu bir serüven başladı.
Dünya, tarihinin hiçbir döneminde şu yüzyıl içinde gördüğü zülüm, talan ve kargaşaya tanık olmadı. Çünkü müşrik medeniyet önce insana yaşamak için, başkalarını öldürmeyi, sonra devletlere, daha büyük olmak için küçükleri yutmayı, yok etmeyi meşru bir yol olarak sundu. Kamboçya'da, Kuzey Afrika'da, halen Güney Afrika'da, Filistin'de, Afganistan'da, Vietnam'da, Kore'de, Irak'ta ve dünyanın hemen hemen yarısına yakın tüm öteki bölgelerinde şu çeyrek asır içinde yapılanlar bile, Batı medeniyeti adına birer yüz karasıdır ve insanın medeniyet kavramından bile tiksinmesi için yeter olaylardır.
Milli , manevi , ahlaki , tarihi ve kültürel değerleri ayaklar altına alınan , namusları kirletilen , gençleri acımasızca öldürülen , çocukları açlığa mahkum edilen , yer altı ve yerüstü zenginlik kaynakları canavarca talan edilen , geleceğe ait umutları söndürülmek istenen bir ümmetin çocukları olarak özümüze dönmek ,Tevhit Medeniyetini yeniden inşa ve ihya heyecanını yaşamak zorundayız.
Osman Bey'i anlamadan, Fatih gibi iradeye sahip olmadan , Selahattin gibi ümmet şuuruna bağlı olmadan, Abdülhamit Han gibi düşman tezgahlarını fark etmeden, Erbakan gibi çile ve anlayışsızlığa rağmen uyarı ve direnişe devam etmeden medeniyetimizi yeniden inşa ve ihya edemeyiz.
Osman Bey hedef olarak Bizans'ı seçmiş, Anadolu'daki akraba aşiret ve topluluklarla savaşmaktan uzak durmuş ' bizim davamız kuru gürültü,şan ve şöhret değil, İlayi Kelimetullahtır ‘ diyerek yola koyulmuş, Fatih ; aşk üstü bir sevda ile Istanbul'a vurulmuş ‘ Ya Bizans beni, ya ben Bizans'ı alırım' diyerek kararlılığını ortaya koymuş, Selahattin ; ‘İslam'ın ilk kıblegahı işgal altındayken bir Müslümana gülmek yakışmaz' diyebilmiş, ama savaş meydanında yaraladığı düşman komutanının yarasını tedavi edemeden duramamış,Abdülhamit Han ; Yahudilere ‘ Ecdadımın kılıçla fethettiği toprağı altınla satmam ‘ diyerek tahttan uzaklaştırılmayı göze almış , Erbakan Hocamız, her türlü iftira, baskı ve zulme rağmen bir santim geri adım atmadan ‘ hayat iman ve cihattan ibarettir ‘ diyerek bir milletin özüne dönüş yürüyüşünü başlatmıştır.
Neden mi bunları yazıyorum ?
Reyhanlı utancı yazdırdı bütün bunları.
Reyhanlı saldırısı sonrası tanık olduğumuz ‘mülteciler' ile ilgili utandırıcı sahneler, ümmet olma bilincinden uzaklaştığımızda nasıl bir canavara dönüşebileceğimizi göstermiştir. Faşizmin ayak sesleri kulaklarımızı tırmalamıştır. Zalim bir diktatörden kaçıp namusumuza sığınmış dinde kardeşlerimiz, komşularımız, akrabalarımız onlar. Biz ki ;âlemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Korku ve dehşet içinde bizden uzaklaşıp ölüm yolculuğuna çıkıyorlar ve kılımız kıpırdamıyor. Çocuğunu kucağına alıp mukadder bir ölüme yürüyen bu insanların acısını yüreğinin ta derinliklerinde hissedemeyen, bırakınız Müslüman olmayı insan bile olamaz. Selahattin, Osman Bey, Fatih, Abdülhamit Han,Erbakan Hoca yaşasaydı bu insafsızlığı, bu ahlaksızlığı yapanların suratına tükürürlerdi.
Ve eminim ki şu ayeti haykırırlardı : “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75)