Uçuşa geçiyoruz ey millet , kemerlerinizi bağlayınız!

 

Medeniyetlerin, niteliğini ve karakterini ortaya koyan en güzel numuneler, şehirler ve o şehirleri süsleyen mimari eserlerdir. Ve tabii sosyal hayatı kolaylaştıran kurumlar…

Medeniyetlerin, niteliğini ve karakterini ortaya koyan en güzel numuneler, şehirler ve o şehirleri süsleyen mimari eserlerdir. Ve tabii sosyal hayatı kolaylaştıran kurumlar…

Mesela Medine, ilk İslam devleti ile ortaya çıkmış Arap İslam medeniyetinin nüvesini teşkil eder. Fakat Arap İslam medeniyetini temsil eden şehirler Bağdatve Fustad'ır (Eski Kahire). Tabii Granadayı da unutmamak gerekir… Medeniyetlerin çöküşü de esasında şehirlerin çöküşüdür.

İstanbul Konstantiniye iken bir Bizans klasiğidir. Fakat Osmanlı onu İslam-bol yaptı. Ona yeni bir ruh ve mimari katarak bir İslam medeniyeti şehri zarafetine kavuşturdu. İstanbul minareleri kadar zarif bir doruk/yükselti dünyanın hiçbir mekânında görülmez. O hem bir kılıçtır hem bir kalem… Tek başına bile koca bir medeniyeti temsile layıktır. Hatta hatırlayın, I: Dünya Savaşı sonundaki paylaşım sırasında Bulgarlar Edirneyi isteyince Lord Gürzon, Selimiye'nin binarelerini nereye koyacaksınız demişti. İşyte medeniyet budur. İstanbul, akılcı ve bilgece dokunuşlarla Türk İslam kültürünün mücevher kutusu haline getirilmiştir. (Yazık ki Cumhuriyeti kuranların Osmanlıya duydukları hıncın en ağır faturasını bu şehir ödemiştir. 2004'te yapılan bir envanterde, 5 bine yakın Osmanı eserinin yok edildiği tesbit edilmişti)

 Ama gerçek manada bir Osmanlı medeniyet şehrinden söz edilecekse o daha çok Bursa'dır, Filibedir, Üsküptür...  Osmanlı, gerçek şehircilik tecrübelerini Balkanlarda sergilemiştir ama yazık ki, Osmanlı'nın o topraklardan çekilmesiyle Batı barbarlığı, o güzelim medeniyeti bütünüyle imha etmiştir. (Hıristiyan batı bu manada en barbar kavimlerin başında gelir. Kendisinden başkasına tahammülü yoktur. Tarih bunun şahididir…)

Anadolu Selçuklu'dur

Anadolu, İslam medeniyetini, Selçuklu imbiği ile tanıdı. Diyarbakır'dan, Erzurum'a, Mardin'den Sivas'a Divriği'den Konya'ya, Alaiye'ye kadar Anadolu şehirlerinin karakteristiğini Selçuklu estetiği teşkil eder. Eski medeniyetimiz nüvelerini bağrında saklayan şehirlerimizin çoğu, bugün hala uyuyorlar ve derin bir rehavet içindeler. Gerçek anlamda yeniden uyandırılmayı bekliyorlar.

Nasıl ki İstanbul'un yeniden ve yüreğinden fethedilmesi icap ediyorsa, Anadolu şehirlerinin de -özellikle eski medeniyetimizin taşıyıcısı olanlar- acilen diriltilmeye ihtiyacı var.

Ben bu dönemde o şehirlerin diriltilebileceğine inanmıştım. Bu noktada beni heyecana sevk eden, İstanbul'daki birçok eski eserin ihyası faaliyeti idi. Fakat aynı imkân, Anadolu şehirlerine layıkıyla intikal ettirilemedi.

Keşke Cumhuriyet dönemi de kendine has bir estetik var edebilseydi. Ama yapamadı. Cumhuriyet'in kendine has bir kimliği yoktu ki onu mimarisine de yansıtsın. Cumhuriyet tarihinin sivil mimarisine örnek gösterilen Saraçhane'deki Belediye Başkanlık binasının bizim mimarimiz içindeki yeri,  camiye pencereden bakan bir insanın haline benziyor!

Dolayısıyla Cumhuriyet neslinin şehircilik anlayışını kınamak bize bir şey kazandırmıyor. Fakat önünde medeniyet kuruculuğu gibi ciddi bir sorumluluğu bulunan bir milletin çocuklarının kaygısız kalması can sıkıcı.

Bir düşünün " Bu Cumhuriyetin eseridir" diye bileceğiniz bir şehir gösterebilir misiniz? Ankara'yı önüme koymayın. Ankara Melih Gökçek gelinceye kadar valisi bulunan bir köyden ibaretti.  Tabii ki bunu, Sayın Gökçek'in tüm yaptıklarını tasvip ettiğim anlamına almayın. Bence değil bizim medeniyet algımız açısından, modern şehircilik açısından bile tasvip edilmeyecek sayısız yapılanmalar mevcuttur. Bununla birlikte Ankara, yine de bir Refahlı belediyecilik anlayışının eseridir. O anlayışa sonunda rant hakim olmasaydı, Türkiye için büyük bir kazanım olacaktı. Ama yazık ki o anlayış, sonradan ihtiras efendinin rant merakına kurban edildi…

Kim ne derse desin, Türkiye, Cumhuriyet döneminde şehirciliği az buçuk da olsa Refahlı belediye başkanları sayesinde tanıdı. Ak parti döneminde, maalesef o anlayış zedelendi. İşte önünüzde İstanbul!  Zahirde büyük bir faaliyet var. Fakat gelecek kaygısından, şehircilik estetiğinden ve kültürel değerelere saygıdan mahrum! Şehirciliği, her deliğe bir gökdelen tıkıştırmak sanıyorlar.  Her biri insanlık hazinesinin birer incisi olan Mabetlerin arkasında gökdelenler yükseltmeyi, tarihi eserlerin altından üstünden tramvay/ metro geçirmeyi şehircilik sanıyorlar. Bununla birlikte, yine de diyebiliriz ki Cumhuriyet tarihi boyunca az buçuk şehircilik adına bir şeyler yapılmışsa bu dönemlerde yapıldı.

Eminim, tarihi yarım ada içindeki yapılanmalara sessiz kalmaları, İstanbul'un siluetini hiçe sayan yapıların altına imza atmaları, gerçek manada deprem kuşağında bulanan insanlık hazinesi bir şehri kendi kaderiyle baş başa bırakmaları bu ekibin en büyük ayıbı olarak tarihe geçecektir. Depreme karşı herhangi bir tedbir alınmadığı gibi, tedbir alan ve alternatif iki şehir üreten insanı da görevden uzaklaştırdılar. Depreme karşı tedbir amak şöyle dursun, deprem anında şehrin nefes alabileceği alanları da imara açılarak yok ettiler. Ve tuhaf ki bunlar dr mimar bir başkan döneminde yapılıyor.

Ve şimdi, belki de İstanbul'u ve İstanbulluyu depremin pençesinden kurtarabilmek için tasarlanmış iki şehirden  -ki Başbakan İstanbul civarında yeni iki şehir kurulacağını duyurmuştu- birinin yerine üçüncü hava alanı inşa ediliyor.

Oysa şehircilik konusunda cidden kendisini yetiştirmiş, bu amaçla dünyanın en önde gelen şehircilik uzmanlarını beş yıl çalıştırıp, hem Anadolu bazında ulusal planlamayı projelendiren, hem de İstanbulluyu, yaklaşmakta olan felaketten kurtaracak iki şehir tasarımını yapıp başbakanın önüne koyan Musa Yetimoğlu gibi bir zeka, bu çalışmalından dolayı görevden alındı ve üzerine de siyaseten beton döküldü…

Oysa o kardeşimizin yaptıkları sadece İstanbul'u değil, emin olabilirsiniz ki Anadolu'nun kaderini değiştirecek projelerdi. Gelecek hakkında umut vericiydi.

Medeniyet Müstesna Zekaların Eseridir

Medeniyetleri müstesna zekâlar inşa eder ve sürdürür. Siz Mimar Sinan'ın çıkarın tarihten bakın neler eksiliyor. Evet, ufku geniş, zamanın icaplarını okuyabilen ve ona göre hareket edebilen insanlar ve onların etrafında bir araya gelen ekipler olmasa, bir milletin yükselmesi diye bir şey olmaz.

Alın size Türk Hava Yolları!

On yıl önceye kadar astarı yüzünden pahalıya gelen, üçüncü dördüncü ligde taşımacılık yapan bir hava yolu şirketi idi. Şimdi ise bir Dünya Starı! Nasıl bu hale geldi. Tabii ki, işten anlayan, gayretlerini aklın icabı altında kullanan bir ekip sayesinde!

Mayıs başında bir konferans için Viyana'ya gidecektim. Hanımı da beraberimde alıyım dedim... Ve sonra birden bire fark ettim ki uçağa bineceğimiz saat,  aynı zamanda evlilik yıl dönümümüze denk geliyor. Uçağa binerken, -tamamen merak saikıyla; yolcuya gösterilen nezaketin reel olup olmadığın anlamak babından- hanıma çaktırmadan, hosteslerden birine söyledim. Geçip yerimize oturduk.

Herkes yerine oturduktan sonra o hostes çaktırmadan gelip nerede oturduğumuza baktı ve gitti. Uçak kalktıktan 10- 15 dakika sonra baktım, iki hostes ellerinde zarif kadehler ve fındık fıstık ile çıka geldiler. Evlilik yıldönümümüzü tebrik ettiler. Bu hareketleri, etraftan müthiş bir alkış aldı… Doğrusu ben de hoşlandım.

Mayısın 30'unda bir kere daha Avusturya'ya gitmem gerekti. Dornbirn şehrinde Milli Görüşün tertip ettiği bir fuara davetli idim. Gidişimiz İsviçre üzerinden oldu, dönüşümüz Almanya üzerinden... Bize denildi ki, THY yeni bir hat açmış oradan uçacaksınız ve siz ilk yolcularsınız.

Hava alanına vardığımızda, yeni bir hat açılışının emareleri vardı. Kontroller geçildikten sonraki alanda bir kokteyl verildi. Sonra uçağa bindik. Uçak kalktı ve bir de baktım THY Genel Müdürü Sayın Kotil hocamız, herkesi tek tek selamlıyor, ilgileniyor ve uçuş beratı veriyor. İşte işlerimizde "eksik olan buydu" dedim. Genel Müdür bir nefer gibi koşturuyor. Arkasında da ekibi! Müşteri memnuniyetini en üst seviyeye çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İkram edilen yemekler de nefisti. Ha THY'nin en bariz farklarından biri hakikaten uçak içi ikramıdır. Yabancılar da bunun farkına varmışlar ki THY, gücünü ve müşterisini artırıyor da arttırıyor maşallah. Tabii ki insana verilen önem sayesinde.

"Demek ki olabiliyormuş" dedim.

"Demek ki yapabiliyormuşuz" demeyi bize söylettikleri için teşekkür. Bu güveni var eden tüm insanlarımıza minnettarız!  Demek ki biz de başarabiliyoruz. Başarılabiliyormuş. Yeter ki insan ne istediğini ve niçin istediğini bilsin yeter. Bu insanlar bize bunu öğrettiler, öğretiyorlar.  

THY bir numune! Başarıları evet, siyaseten Ak Parti'nin hanesine yazılıyor ama neticede asıl başarı milletin defterine kaydediliyor. Bu sadece bir siyaset işi değil tabii. İnsan kalitesi çok şeyi değiştiriyor. Esas olan o kaliteyi yakalamış olmak.  THY son zamanlarda her yıl, tüm müdürlerini toplayıp performans değerlendirmesi yapıyor. Yönetim kurulu Başkanı Hamdi Topçu'nun da katılıp konuştuğu bu toplantıların sonuncusuna bendeniz de katılıp bir konuşma yapmıştım. Onlara si-murg örneğini vermiştim. (http://www.haber7.com/yazarlar/mehmet-ali-bulut/980272-simurgu-beklemek)  Simurg, kendisine inanan 30 kişiyi temsil eden, kendi küllerinden doğmayı temsil eden bir hikaye... Bir milleti ayağa kaldırmak için inanmış ve maksada odaklanmış 30 kişinin yetebileceğini;  sadece bir şirketi değil bir milleti ayağa kaldırmak uçurup yükseklere çıkarmak için yetebileceğini hatırlattım. THY ekibi cidden örnek alınası bir ekip!  Allah daha nice başarılara imza atmalarına fırsat versin inşallah!

Şehirlerimiz

27 Nisan'da da Sivas'a gitmiştim. Buruciye Medresesi yönetiminin davetlisi olarak. Sevgili Sivas Valimiz Zübeyir Kemelek bey, eski medeniyetimizin bu kadim atölyesini yeniden canlandırmak ve Sivaslıları o eski bilincine ulaştırmak için can havliyle uğraşıyor. Buruciye Medresesi'ni sohbetlerle canlandırmaya çalışıyor. Her cumartesi, kendi alanında söz sahibi birilerini davet ettirip Sivaslılara bir sohbet ziyafeti veriyor. Doğrusu Buruciye Medresesi'ne de bu yakışıyor.

Sivaslılar henüz tam olarak bu sohbetlerin neye hizmet ettiğinin farkında değiller. Ama olsun. Bir gün mutlaka fark edecekler. Çünkü orada o sohbetlerle eski medeniyetimizi özünde taşıyan nüveye yeniden hayat veriliyor, can üfleniyor. Her cumartesi günü medeniyet ziyafetleri veriliyor.

Bu tür çalışmalar bir insanın çok şey olduğunu bize gösteriyor. Farkındalık yaratacak bir tek hareket bile bir toplumu ayağa kaldırabilir.

Ben aynı gayret ve istikameti Trabzon valimizde gördüm, Malatya valimizde gördüm. HemRecep bey, hem Vasip bey hakikaten kültürel uyanışı sağlamak için ciddi gayret gösteriyorlar. Keza Ordu Valimiz.

Onlar da tıpkı Sivas valimiz gibi kitap ve medeniyet dostu! Ben eminim daha birçok valimizde aynı gayret mevcuttur. Bu zamanda, toplumun önüne geçecek himmeti yüksek insanlara a ihtiyacımız var. Milletin geleceğini, devletin istikbalini kendisine dert edinmiş himmeti yüce insanlar. Tam da bu noktada son zamanlarda yazıları ve açıklamaları ile cidden dikkat çeken Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcısı, Prof. Dr. Davut Kavraoğlu'nun siyasi teamüllere aldırmadan sürekli bilime ve bilim teknolojisine vurgu yapan çıkışlarına da temas etmem gerekir.  Milletin önünü ancak himmet sahibi erler açabilir. Boşuna denmemiş, "himmeti kendi milleti olan insan tek başına bir millettir" diye.

Türkiye'nin özellikle kadim medeniyetimizi temsil eden şehirlerinin uyandırılması -ki bu, eski eserlerinin ihya edilmesi ve o eserlerin eski misyonlarına benzer şekilde canlandırılması bile olsa yeter- çok önemlidir. Siz bu medeniyet merkezlerini uyandırdığınızda onlar zaten kendiliğinden gelecek medeniyeti inşa ederler. Bu açıdan, kadim şehir kültürümüzü ve modern zaman şehirciliğinin getirilerinden haberdar olan, onu kendisine dert edinmiş Musa Yetimoğlu gibi genç yeteneklerimizin çoğaltılmasına ihtiyaç var. Bencil kaygılarla bu insanlar harcanmamalı. Onlardan yararlanılmalı.

Her şehrimize bir Mimar Sinan gerekmez ama en az onun kadar şehir estetiğinden haberdar, kültürlü, medeniyet kaygısı taşıyan, modern mimariyi de bilen, ‘mümin şehirler' anlayışından haberdar (Bu Arada çevirenleri arasında Mehmet Aydının da bulunduğu Ebu Nasr el-Farabî'nin, Es-Siyasetul'-Medeniyye veya Mebâdîu'l-Mevcudat eseri ilginç bir eserdir, okunmasında yarar var) şehircilere, büyük ekonomistler,  şairler, yazar ve romancılar kadar ihtiyacımız var. Semavi Eyice İstanbul'un elinin altında bulunan muazzam bir değer. Keza Cengiz Bektaş. Bu insanların bir numunesi daha yok. Ve maalesef İstanbul ondan yararlanamadı, yararlanamıyor. Kendilerini herkesten, her şeyden  ‘müstağni' bilen yöneticiler maalesef, fırsatları kaçırıyorlar. İstanbul hakikaten, mevcut tüm şehirlerimiz içinde en insafsızca harcanan yerleşim birimlerinin başında geliyor.

Sayın Valilerimizin ve belediye başkanlarımızın, eğer geleceğe bir isim bırakmak, milletine hizmet etmiş evlatları olarak tarihe geçmek gibi bir dertleri varsa tam zamanıdır. Anadolu, her taşının altında kedim bir kültürü ve estetiği barındıran bir hazinedir, definedir. İnsanlığın bütün mirası elimizin altında... Buna rağmen eciş bücüş kentlerde, en küçük bir depremde yerle bir olan evlerde oturuyor olmamız, tüm sanayi kuruluşlarının fay hatları üzerine inşa edilmiş olması, gelişen şehirlerimizin plansız bir şekilde adeta bir ur kimliğiyle büyüyor olması utanç vericidir.

Hiçbir dönemde insanlar ekilebilir araziyi yerleşime açmamışlar. Ama şimdi bakın tüm şehirlerimiz, bahçe ve bostanlarını tüketerek genişliyor. Bunun faturasını çok acı şekilde ödeyeceğiz diye korkuyorum…

Hâlbuki birazcık izan ve akıl, basiret işi bitirecek. Ama yok. İlla da her yeri imara açacaklar. Bu nasıl bir hırs onu da anlayabilmiş değilim. Her şeye rant gözüyle bakılması ne feci!

Oysa ülkenin önünde ciddi bir istikbal var. Ve inanın artık bu ülkeyi ayağa kaldıracak anlayışta insanlarımız da çoğaldı çok şükür. Eskiden bize mani olan, şehirlerimizi tahrip etmemize sebep olan cehaletimiz ve fakr u zaruretimiz idi. Çok şükür Türkiye onu da aştı… Ülkenin tek problemi,  merdiveni doğru duvara dayamaktan ibaret. Bu da milletin menfaatini şahsi çıkarından üstünde tutmakla olur. Bu kadar basit! Ne yapacaklarını ve niçin yapacaklarını bilen himmeti yüksek evlatları milletin önünde yürüsünler, arkasından millet yürüyecek!  O vaktin geldiğine inanıyorum. Bireysel tamahkârlığı ayağının altına almış yiğitler meydan almaya başladı çünkü! Hafız Şirazi'nin umut ve hüznü barındıran ve her boş bulunduğumda dilime dökülen bir beyiti var:

"Ceres feryâd mî-darend ki berbendiîd mahmilhâ!", kervan yola çıkıyor kemerleri bağlayın diye…

Ben Türk milletinin bahtının uyandığına inanıyorum. Birçok kurum, kuruluş ve şirketin performansları başarıları bu konudaki umudumuzu haklı çıkaracak nitelikte çünkü. Ben o insanlarla övünüyorum. Bu yazıyı da o kahramanlara armağan ediyorum ve diyorum ki

Evet, Türk milletini istikbale taşıyacak tayyare kalkışa geçmiş, ey dostlar kemerlerinizi bağlayın!