Eğer bizde sizin gibi modern ve feminist bakış ile çözüm üretmeye yönelsek, erkeklerin ezildiğini iddia ederek bazı haklar talep etmemiz gerekir.
Kanına karşı şiddet yasasıyla kafalar bir hayli karışmış durumda. Son anda Ailenin Korunması ibaresi eklendi de biraz zevahir kurtarıldı gibi görünüyor. Ancak kadın derneklerinin tepkileri artan agresif hava taşıyor. Kadını kurtarmaya gelmişler! AKP’nin teklifi olan yasa, Van’daki ve Doğu’daki kadın örgütleri dâhil bütün feminist dernekler, CHP, MHP, BDP tarafından elbirliğiyle çıkartıldı. Sanırsınız ki ülke menfaati ve ailenin faydasına her kesim uzlaştı. Halbuki, aile, kadın ve erkek büyük bir kırılmanın eşiğinde.
Gözlerimizi yaşartan bir uzlaşma kültürüne şahit oluverdik nedense. Feminist örgütler çok memnun, diyorlar ki “Biz Bakan Fatma Şahin’in samimiyetine inanıyoruz AKP’li erkek vekillerin devreye girmesiyle, tasarıda sonradan yapılan değişikliklere engel olamadı. Yoksa Şahin üzerinde anlaştığımız taslağı olduğu gibi TBMM’den geçirecekti. Aslında içeriğinde ve özünde dişe dokunur bir değişiklik yapılmadı. Feminist çevreler neden rahatsızlar biliyor musunuz?
Sadece isminden! Tasarının 'Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair ' olan adının 'Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi' olarak değiştirilmesinden ve bu şekilde kanunlaşmasından rahatsız olmuşlar. Bu feminist zevattan bir hanımefendi dernek yetkilisi diyor ki “Bir kez daha kadınların hayatının korunması yerine ailenin korunması tercih edilmiştir”. Yeter artık, nedir bu dışarıdan ikame feminist anlayışlardan çektiğimiz. Modern batının arabasına binip de sanki bu toplumun ve kadınlarının fikriymiş gibi yutturmaya çalıştığınız, kendi fıtratınıza da ters düşüncelerin esiri olmayın. Bu milleti ve değerlerini tanıyın..Kendinize gelin!..
Ne demek istiyorsunuz? Ailenin korunması ile kadının korunması birbirine ters ve aykırı şeyler mi?!
Aile korununca kadın da korunmuş olmuyor mu? Bu ne türden akıl fukaralığıdır ya Rabbi!!! Kadın ve aile birbirine zıt şeyler ise biz de erkekler olarak sizin samimiyetinizi sorgulayalım o halde, ne dersiniz? Aile kavramından bile nefret ediyorsanız demek ki bu yasayla ilgili tereddütlerimiz boşuna değilmiş. Sizin hedefiniz kadını aileden ayırıp başına buyruk yapmak. Sokağa çıkarıp orada da piyasa malzemesi yapmak. Her şeyi ettiğiniz gibi şimdi de şiddeti bahane edip onu ailesinden ve kocasından boşamak.
Kadın kocadan, erkekten, aileden, değerlerden, İslam’dan, toplumdan, özgür olsun öyle mi? Peki Amerika’dan, Avrupa’dan, Modernden de özgür olsun mu? Size göre tabi ki hayır! Önce ne yaptığınıza ve hangi yola hizmet ettiğinize bir bakın da sonra bu büyük millete akıl verin.
Yasanın çıkışı sonrası keyif içinde hırs ve inatla medyada boy göstererek kadınların aklını çelmeye çalışan feminist vaazı nasihatler, alıp başını gitti. Adeta cinnet hali yaşanıyor. Uzmanlarından tutun da hiçbir uzmanlığı olmayana kadar çarpılmış ağızlar konuşuyor da konuşuyor.
Psikologlardan daha evliliği tatmamış, genç yaştaki bekârlarına, örtülüsünden örtüsüzüne TV’lere konuk herkeste ucube akıl tutulmasıyla bol keseden konuşanlar, bolca atıp tutuyorlar. Amaçları da TV başındaki garibim kadınımıza akıl verip bilinçlendirmekmiş!? Kocasına karşı fişekleyip kadını evinden, huzurundan edecekler. Pirince giderken evdeki bulgurdan edecekler.
Bunlar diyor ki; “Ailede otorite erkek olamaz, başkaldırın”. “Erkekler toplanıp aralarında karar almasın, böylece bilgi saklıyorlar” olmazmış. Kadının korunmasının aileyle ne ilgisi var (KADER Başkanı)’mış! “Kocası tokat atınca hemen koşup sağlık raporu alsınmış”. Hepsi ücretsizmiş; “Hâkime, Savcıya ve Avukata başvurmak, hemen koşsunlarmış”.
Bir TV programında bunlar söylenirken 40 yaşlarında bir kadın aradı ve sordu, ”Kadınlar günü diyorsunuz, anlatıyorsunuz..Peki benim durumuma çare bulun; Kadıncağız gül gibi erkeklerle, iki evlilik yaptığı halde mutlu olamamış; çünkü 5 yaşında bakkalın tacizi sayesinde cinsel hayatı olamadığı için ayrılıyormuş. İki iyi kocasından da hiçbir şiddet görmemiş”. Peki, buna ne yapacaksınız? Sorun kocada mı yoksa taciz ve şiddet genele yayılmış da cinsiyet farkı dinlemiyor mu? Problemin kökeninde, yetmiş yıldır topluma verilen çarpık modern diyetlere bağlı politikalar olmasın sakın!
Bireyselleşme, bencillik, çocuk yapmaktan kaçış…
Kadının bu yakarışı karşısında mangalda kül bırakmayan biri psikolog biri avukat iki uzman da sustu kaldı, çözüm üretemedi. Kadına karşı şiddete yönelik uyum yasaları yapmak adına, AB ölçütlerine göre üretilenler hiçbir şeyi çözemezler. Bu taklitçi bakış tarzı, aileyi daha da içinden çıkılmaz durumlara itmekten başka bir işe yaramaz. Bireyselleşme, bencillik, çocuk yapmaktan kaçış, lüks tüketim düşkünlüğü, kanaatsizlik, sabırsızlık, boşanmalar ile birlikte gelen yalnız yaşama tercihi, geçmiş yirmi seneye rahmet okutturacak şekilde, katlanarak artacaktır.
Eğer bizde sizin gibi modern ve feminist bakış ile çözüm üretmeye yönelsek, erkeklerin ezildiğini iddia ederek bazı haklar talep etmemiz gerekir. Bunun için de hayatın önemli sorumluluklarını bırakıp, anti feminist tuhaflıkla ilgili bir yasal düzenleme için çalışmamız lazım gelir. Bu tarz bir gayret boştur ve erkeklerin anti feminist olmalarıyla topluma, hiçbir artı değer kazandırmış olmayız.
Aslında ilk maddesi olan yasanın amacındaki “kadın” sözcüğünün yanına “erkek” sözcüğü ilave olursa şiddet konusunda topyekûn AB ölçütlerine de ulaşılmış olunur. Bu sürecin sonunda artması kuvvetle muhtemel kadın şiddeti sonrasında, böylece erkek de şiddetten korunmuş olacaktır. Haydi, fantezi yaparak örnek verelim:
Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan (geleneksel hastalıklarımızdan olan, suçun oluşması öncesinde niyet okumalardan kurlulamamış görünüyoruz) kadınların, (“erkeklerin” –ilave edilerek-)çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
Sadece sözcük ilavesiyle yasa başka bir mahiyet almayacaktır. Yani önemli olan eksik gidermek, yama yapmak değil kendi yapımızı yeniden keşfedip daha büyük ve köklü düzenlemeler yapabilmek iradesini göstermektir.
Taslak metnini inceledim. Kanun metninde geçen muhtemel şiddet tehlikesi, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmadan hâkimin karar verebilmesi ve daha başka bazı hususların mantığını anlayabilmiş değilim.
Evet, her erkek ve kadın şiddete karşı olmalı ve yaşanmaması için elinden geleni yapmalıdır. Ancak dikkat çekmek istediğimiz bambaşkadır. Toplumsal sorunları çözüme kavuşturmak için o toplumun dinamiklerinden, değerlerinden ilham almanız gerekmektedir. Yasa düzenlenirken feminist ve modern hurafelerden yola çıkacak olursanız kısa süre sonra tökezlersiniz.
Komisyonda ve TBMM’de kısmi bazı düzenlemeler az da olsa, işin dengeye varmasına yol açmıştır. Fakat hükümeti de aşan feministlerin çığırtkanlıkları size, “bunlar çıldırmış olmalı” dedirtecek kadar çılgın ve bu toplum yapısını tanımaz durumdaysa, ülkenin geleceği adına ümidiniz kırılıyor.
Kadınlar savunma sporları ve silah kullanmayı öğrenmeliymiş!!!
Bir de adında şefkat olan Konya menşeli derneğin söyledikleri tam da deli saçması şeyler. Son zamanlarda TV’lerde boy göstermeye başladılar. Kadını şiddetten korumanın çaresi neymiş bakar mısınız? Bütün kadınlar savunma sporları ve silah kullanmayı öğrenmeliymiş!!! Hayret ya huuu.
Siz merhamet ve şefkat timsali Mevlana diyarından mı çıktınız yoksa eski Teksastan mı?! Kaynağınız ve rehberiniz insana rahmetle bakan Kuran-ı Kerim mi yoksa kapitalizm ve komünizm mi? Bunlar sosyoloji, psikoloji gibi disiplinlerden de nasiplenmemişler. Şiddetin şiddetle önleneceği metoda hangi kafa yapısıyla varabiliyorsunuz.
Sözün özü şudur: Ailelerde kadına karşı amansız bir şiddet durumu yoktur. Medya’da pohpohlanmasına bakmayın, şiddete uğrayan kadın sayısı çok azdır. Binde bir ile ifade edilen şiddet için bütün aile yapısını tehdit edemezsiniz. % 90 işinde gücünde olan ailenin huzurunu bozamaz ve kadın cinsini kışkırtamazsınız.
Kendi toplumunu tanıyanlar için Türkiye’de kadına şiddet ayrı bir yasa çıkartacak ve kategori oluşturacak ölçüde büyük bir sorun değildir. Ülke’de sorun olan ve daha çok erkekler arasında görülen “şiddet kültürüdür”. Bu da cinsiyet ayrımıyla çözülemez.
O zaman yapılan etnik ayrımcılıkla, Kürt- Türk sınıflaması yaparak, terör üretmek gibi olur. Nasıl ırk üzerinden ayrımcılık ihdas ederek, faşist kaynaklı terör belasıyla uğraşmak zorunda kalmışsak; cinsiyetlerin karşıtlığı üzerinden de ucu faşizme varacak toplumsal ve aile içi terörü ortaya çıkartırsınız ki bu sizi, diğerinden çok daha fazla uğraştırır.
Bizim ailemiz çekirdek değil bütünlükçü ailedir
Aile hakkında, şimdiye dek öğrenilene aykırı bir tespitimiz vardır. O’da batılı sınıflamayla öğretildiği gibi toplumun aile tipi “çekirdek” aile değil “bütünlükçü” ailedir. Dışarıdan ve de batıdan baktığınızda toplumsal yapı, üç beş kişilik çekirdek ailelerden oluşur hükmüne varabilirsiniz.
Fakat bu toplumun gerçekliğine aykırı olan, yanlış ve eksik bir değerlendirmedir. Doğu kültürüne ait toplumumuzda aile işlev bakımından tahlil edildiğinde bizim “toplumsalcı/ bütünleşmeci” batılı ailenin ise “bireyci/ atomik” aile yapısında olduğu fark edilir.
Batı bize hayretle bakar iken biz onlara hayretle bakar olduk!
Bunun da en bariz örneği, Avustralya’daki gelin ve damada yardıma giden, çocuklarına bakan, yanında okutan, telefondan günü gününe yemek tarifi yapan, ana-baba ailesidir. Sayılarla ve nicel ölçütle bakarsanız ikisi de küçük çekirdek ailedir ancak aslında onlar bütünlükçü aile özelliği gösterirler. Batı ise bu duruma hayretlerle bakar ve kendi dünyalarında anlam veremez. Ne yazık ki biz kendimizi unuttuk ve onların çözümsüzlüklerine hayretle bakar olduk!
Öteden beridir okullarda öğretilmiş çekirdek/ geniş aile türünden kavramlarda olduğu gibi bütün diğer ezberlerimizi kendi kimliğimizi ifade edecek şekilde, değiştirmek zorundayız. O halde kadına şiddet gibi ayrımcı ifadelerle değil, şiddet kültürü eksiklerini düzenlemek gibi bütünlükçü karakterlerle bakışımızı biçimlendirmeliyiz.
Yasa feminist çığırmalarla yanlış algılanarak kadının erkeğe başkaldırışı ve kazandığı zafer naraları halinde takdim edilecektir. Bundan kaçınmanın yolu kadını kocasının yardımcısı olarak, bütünlükçü yapı taşı kılarak, aile içindeki o değerli yerine oturtmak için çalışmak olmalıdır.
Kadına pozitif ayrımcılığı değil aileye pozitif ayrımcılığı amaçlamak,
Yani aileyi toplumsal yapının yeniden barışına ve bütünleşmesine hizmet eden etkin bir araç haline getirmek gerekecek. AB ölçütlerine değil TSE ölçütlerine uymanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
Süreç işlerken dikkatimi çeken önemli bir şeye tanık oldum. Çok sayıda feminist kadın derneklerinin yoğun çalışmaları yanında, eskiden beri faaliyetlerine alıştığımız kendi kimliğimizi benimsemiş olan, sivil toplum kuruluşları fazla ortalıkta yoktu.
Bu manzara karşısında, Sayın Başbakan’ın “siz sivil toplum olarak isteyin, biz yapalım” değişi anlam kazanıyor. Camianın AKP iktidarıyla birlikte önemli bir problemi de böylece, karşımıza çıkıyor. “Biz nasılsa iktidarız, bizim adımıza düşünülür” anlayışı, sivil toplum bakımından bizi geriye düşürüyor, atalete ve tembelliğe sevk ediyor.
O halde vakit bir araya gelme ve çalışıp üretme vaktidir.
Aile Platformu kurulmalı
Toplum yapımıza ve değerlerimize uygun bir “aile platformu” oluşturmalıyız. Bu çağrı, kendi aydınımıza ve ailemizi yaşatmak için çalışacak kadınımıza ve erkeğimize olsun.
Kadın erkek, karı koca bütünleşmiş aileler içinde huzurla fakat kendilerinden olanları üreterek, çalışarak yaşasın. Ancak tuzaklar hiç tekin değil birbirlerine şefkatle bakarken aile dışından gelecek tehlikelere, dikkatle bakmalılar. Öyle değil mi?
Selam, muhabbet ve hürmetlerle…