TİMUR ANKARA SAVAŞI'NI ANLATIYOR

   Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid ile Büyük Timur İmparatorluğu'nu kuran Özbek Timur arasında 1402 yılında Ankara yakınlarında Çubuk Ovasında yapılan savaşı herkes bilir. Bu savaş Osmanlı ordusunun yenilip sonra da imparatorluğun fetret devrine girmesine neden oldu. On bir yıl süren bu dönemde devletin sınırları küçülerek neredeyse Orhan Bey zamanındakine döndü. Devletin başında ise herhangi bir yönetici yoktu.

Savaşta Osmanlı Ordusu'ndan bazı birliklerin Timur'un saflarına geçmesi bazılarının ise savaş alanını terk etmesi üzerine yenilginin geldiği belirtilir. Ancak Timur'un ordusunun Bayezid'in ordusundan daha büyük olduğu da tarihçilerce kabul edilir.

Tüzükat-ı Timur yani Timur Yasaları adlı kitap Timur'un Günlüğü olarak bilinir. Türkçeye de bu başlıkla çevrilmiştir. Ancak Timur'un böyle bir günlük tutup tutmadığı konusunda şüpheler vardır. Çünkü günlüğün Özbekçe aslı bulunamamıştır. Taşkent'teki Diyanet Başkanlığı kütüphanesinde bulunan nüsha ise Farsça yazılmıştır. Bu bilgiyi yapıtı Farsça'dan Özbekçeye çeviren tercümandan öğreniyoruz. Kitaptan aynı devirde yaşayan tarihçilerin söz etmemesi de ilginçtir. Üstelik Ebu Talib el-Hüseyni'nin Farsça'ya çevirmesine kadar kimsenin bu eserden haberdar olmaması da eserin gerçek olmayabileceğine ilişkin kanıtlardan biri olarak sunulmaktadır.

Buna karşın kitabın gerçek olduğuna ilişkin veriler de ileri sürülmektedir. "Yalnızca Timur'un bilebileceği, Alibet Canı Kurbanî tarafından pire dolu bir hapishaneye atılması, kayınbiraderi Emir Hüseyin'e karşı hissiyatı, Kuran'dan fal açması, bazı önemli kararlar aşamasında başvurduğu iç muhasebe ve insanlara karşı duyduğu sevgi ve nefret gibi şahsi hadiselerin zikredilmesi. Timur'dan başka kimse bu olayları bilemeyeceği için, onların başkaları tarafından uydurulması imkansızdır.

Nizameddin Şami ve Şerefeddin Ali Yezdi'nin o devirle ilgili eserinde zikredilen olaylar ve geçtiği yerlerle, Tüzükat'ta zikredilen olay ve geçtiği yerlerin tam bir mutabakat içinde olması. Ayrıca Tüzükat'ta hiçbir tarih kitabında bulunmayan bazı olayların zikredilmesi.

... Çoğu askeri terimler olan baranğar, caranğar, yasavul, şakavul, kengeş ve ğol gibi  Türkçe kavramların Farsça karşılığı bulunmadığı için Farsça metinde muhafaza edilmesi." s.13.

Tüm bu tartışmalar ışığında kitaptan kısa bir bölümü sizlere aktararak Timur'un Ankara Savaşı'nı nasıl anlattığını göstereceğim. Açık söyleyeyim ben düş kırıklığına uğradım ve günlüğün gerçek olmayabileceği kanısı bende de hakim. Koca Timur zaferi dolayısıyla neredeyse hiç böbürlenmemektedir. Günlükte de bu konuda minnacık bir cümle vardır: Savaş başlayınca Rum askerini yendim. Rum askeri dediği Osmanlı askeridir.

Orta Asya'daki Türkler Anadolu'daki Türk devletlerine Rum devleti der. Selçuklu da Rumdur, Osmanlı da. Padişah da "Kayser"dir. Tıpkı Roma İmparatorluğu'ndaki gibi. Timur'un zaferini bu kadar kısa anması pek mantıklı gelmedi bana. Ya da belki çeviri eksik yapılmış olabilir tabii. Ankara Savaşı'nı kazandıktan sonra Fransa Kıralı 6.Charles ve İngiltere Kıralı 4.Henry'e mektup gönderip kendilerinin yenemediği Osmanlı'ya karşı zafer kazandığını bildirmesi1 günlüğün gerçek olmayabileceği hanesine bir çentik daha attırıyor. Taa oralara kadar mektup yazıp övünmesiyle günlükte beş sözcükten ibaret bir cümle kurması birbiriyle çelişiyor.

Timur'un Bayezid'e "koca dünya kala kala senin gibi bir kör ile benim gibi bir topala kaldı" diyerek hem kendiyle hem de Bayezid ile dalga geçtiği söylenir ama bu bir şehir efsanesidir. Timur'un topal-aksak olduğu doğrudur ama Bayezid'in kör olduğuna ilişkin tarihi bir kayıt bulamadım yani bu da bir şehir efsanesiydi. Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bazı tarihçiler ise, ki bunlar epey fazla, bu günlüğü yok sayma eğilimindedir. Onlara göre bu tamamen uydurma bir kitaptır.

İstişare Timur'un önde gelen özelliğiymiş

Timur'un günlüğünden buraya aktardığım bölümde de kısaca değiniliyor istişare sözcüğüne. Biliyorsunuz danışmak demek bu sözcük. Karar vermekte zorlandığın konuyu başkasıyla konuşmak, onun da fikrini almak anlamı var. Yani Timur "hükümdar olan benim, ne dersem o olur, kim benden daha iyi bilebilir ki" falan demiyor. Sürekli istişare ettiğini söylüyor günlüğünde. Yeri gelmişken söyleyeyim, Yıldırım Bayezid'in ise kendi başına buyruk, hırçın, söz dinlemez biri olduğunu yazar tarihçiler. Zaten Ankara Savaşı'nda bazı birliklerin onun bu tavırlarından bıkarak Timur tarafına geçtikleri anlatılır. Askeri örneğin hiç düşünmezmiş Bayezid, oradan oraya koşturturmuş, tüm ordu helâk olurmuş onun yüzünden. Belki de bu iki zıt huylu hükümdarın savaşından Timur'un galip çıkması kaçınılmazdı. İstişare eden, herkese kulak veren, ani gelişmeler karşısında soğukkanlılığını koruyan, askerine ve çevresine iyi davranan savaşı kazanmış oldu yani.

Her şeye rağmen günlükteki Ankara Savaşı'na giden süreci ve savaştan söz edilen bölümü okumak eğlenceli olabilir.

Timur anlatıyor

"Benim şân-ı şevketim Kayser'in (Yıldırım Bayezid) kulağına kadar yetişti. Sivas, Malatya kalelerini ele geçirip oralara konmuş muhafız askerlerin hepsini dağıtıverdiğimi anlayınca, onun tüm gayret damarları harekete gelip ayaklandı.

Benim askerlerimin darbesinden kaçarak onun penâhına sığınan Kara Yusuf Türkmen'in (Karakoyunlu sülalesinden 1388-1420'de iktidarda olan āli hükümdar. 1388-89 yıllarında Ermenistan, Irak ve Güney Azerbaycan serhatlarında Timur askeriyle savaşmıştır. O, Sultan Ahmed Celayir'e müttefik olup, ikisi de yenilince Sultan Bayezid'e sığınmışlardı. 1406'da Tebriz'e geri dönmüştür.) iğvasıyla (ayartmasıyla, benim üzerime leşkerle (askerle) yürümek istedi. Kendisinin de kısmeti yetip, devletinin zevâli (yok edilmesi) yakınlaşmıştı. Kara Yusuf'un sözüne aldanıp. kalabalık leşker alıp harekete geçti. Mısır, Şam askerlerini de yardıma çağırmıştı. Buna göre ben de askerlerimi üçe bölecek oldum. Lakin yenmek yenilmek işleri takdir perdesi altında gizlenmiş olduğundan, bu doğrultuda askerbaşı emirlerimle istişare (danışma) yaptım. Bunlar da sipahilik yolunu tutup savaşmayı önerdi. Böyle olsa da ben Kayser'in (Bayezid'i kastediyor) gayret ateşini söndürmek için sıcak soğuk su serpmişçesine şu mazmunda (anlamda) hat (yazı) yazıp gönderdim: Yer gök yaratıcısı Hudâ'ya sınırsız şükürler olsun ki, yedi iklim ülkelerinin çoğunluğu benim fermanıma boyun eğmişler. Yerüstü sultanlarıysa bana eğilerek itaat halkasını kulaklarına takmıştır. Kendi değerini bilip, kendi sınırından dışarı adım atmayan kişiyi Hudâ esirgesin. Senin neslinin asilliği, kim olduğun cihan halkına malumdur. Şimdi sana layık olan şudur ki, cüret ayağını ileri atma ki, üzüntü ve mihnet balçığına batıp bela çukuruna yıkılırsın. İkbal eşiğinden kovulan bir güruh kişiler, kendi garazları için senin penahına girerek, uyumakta olan fitneyi uyandırmıştır. Sakın bunların iğvasıyla bela kapısını devletin yüzüne açma. Bu mektup ulaşınca Kara Yusuf'u bana gönder. Yoksa takdir perdesi iki saf karşı karşıya geldiğinde yüzüne açılacaktır.

Bu nâmeyi işini bilen elçilerle Kayser'e gönderdim. Kendim Hums-Halep yoluyla Şam ülkesinin (Suriye'yi kastediyor) başkenti Dımaşk'a (Şam) doğru yola çıktım.

Mısır padişahı Melik Barkuk oğlu Melik Farac, benim çıktığımı duyunca, o da hemen Dımaşk'a doğru gitmişti. Bunu anlayınca Mısır ve Şam askerlerinin birleşmesini önlemek için ben de hızlı yürüyüşle yola koyuldum, ama Melik Faraç daha hızlı gitti. Böyle olsa bile ardından varıp Dımaşk şehrini ele geçirdim.

Angürya=Ankara Savaşı

Mısır, Şam padişahı Melik Farac savaş meydanından kaçınca, tüm Şam ehli bana tābi olup boyun eğdi. Bu arada Rum (Anadolu) diyarına göndermiş olduğum elçilerim de geri döndü. Fakat Rum Kayseri Yıldırım Bayezid güzel cevap yazmamıştı. Lakin Mısır, Şam askerinin bana yenildiği haberini işitince hayret edip savaş hazırlıklarına başlamıştı. Ben ise, Dımaşk şehrini ele geçirip Şam vilayetlerini kendime tābi kılınca, Musul yoluyla Bağdat'a doğru yürüdüm. Kayser'in benle savaşma niyeti olup olmadığını anlamak için istişare yaptıktan sonra, Azerbaycan'a varacak olup Tebriz yoluyla hareket ettim. Emirzadelerin birisini kalabalık askerle beraber Bağdat üstüne gönderdim. Bağdat Hakimi Sultan Ahmed Celayir, şehri gözetleyip kaleyi muhafaza etmek için çok sayıda askerle kendi vekili Ferruh adında bir kişiyi koymuştu. Benim askerim varınca şehir kuşatılarak iş savaşa dönüşmüştür.

Bu haberi aldığımda Bağdat'a kendim gitmeye karar verdim. Tebriz yolundan geri dönüp cebri yürüyüşle Bağdat'a geldim. Savaş tedbirlerini aldıktan sonra dikkatle kaleyi kuşatmaya başladım. Kuşatma günleri uzayıp iki ay ve birkaç gün gecikince kaleyi ele geçirip şehre girdim (1401 yılında). Kale bekçisi Ferruh kaçıp çıkarken Dicle suyunda boğuldu. Şehre girince tüm itaatsiz başıbozuk kişilerin ölümüne ferman buyurdum. Askerler kaleyi bozarak şehir binalarını yıkıp yerle bir etti.

Bağdat'tan çıkınca Azerbaycan'a gelip burada bir zaman kaldım. Bu zaman bana haber verdiler ki Kayser, Halep, Hums, Diyarbakır vilayetlerine asker göndermiştir. Benden kaçıp Kayser penâhına giren Kara Yusuf ise eşkıyaların başçısı olmuştur. Yolcuların yolunu keserek yağmacılık yapıyormuş. Bilhassa iki hareme gidip gelen kervanlara çok ziyan vermektedir diye duydum. Üstelik o taraftan bir cemaat kişiler gelip Kara Yusuf'un yaptığı cebir ve zulümden bana şikayet ettiler.

Bu söz tespit edilince Kara Yusuf'un cezasını verip Kayser'in gözünü gaflet uykusundan açmak bana lazım oldu. Bu doğrultuda istişare düzenleyip her şehir ve ulustan asker çağırdım. Ordu toplanıp hazırlanınca tarih 1402 yılında Azerbaycan'dan Kayser üstüne leşker çıkarıp yola koyuldum. Kendimden ileride birkaç bölük asker göndererek Rum (Osmanlı) ülkelerine hücum kılmalarını buyurdum. Otlu sulu yerlerden konalga (konaklanacak menzil) seçerek, at ve hayvanlarımıza yem, ot hazırlasınlar diye askerin önünde bir bölük keşif birliği gönderdim. Sonra kendim Angürya (Ankara) yoluyla Kayser üstüne leşkerle yürüdüm. Kayser Bayezid ise atlı ve yaya olarak dört yüz bin (bu sayı teyit edilemedi. Türk tarihçiler 70-75 bin arası tahminde bulunuyor.) askerle beni karşılamıştı. Savaş başlayınca Rum askerini yendim. Askerlerim Kayser'i esir alıp önüme getirdi. Yedi yıllık seferden sonra zafer ve galibiyetle Semerkand'a geri döndüm."

İşte böyle Ankara Savaşı'na giden süreç. Görüldüğü gibi Timur savaşı hiç anlatmıyor günlükte niyeyse. Daha önce de dile getirdiğim gibi belki çeviride eksiklikler falan vardır bilemiyorum ama eğer tam çeviri böyleyse bunu Timur'un alçakgönüllülüğüne mi vereceğiz yoksa günlüğün uydurma olduğuna mı? Artık kararı siz verin. Çünkü tarihçiler bu konuda ortak bir noktada buluşmamayı seçmiş.

NOT: Gelecek haftaki yazının konusu Yıldırım Bayezid olacak.

1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Muharebesi

Yazıyı yazarken İnsan yayınlarının yayınladığı Tüzükat-ı Timur - Timur Günlüğü başlıklı kitabın 6.baskısından yararlandım.