SATILIK KÖYLER, SATILIK TOPRAKLAR

   (ALINTI -TUĞBA BÜYÜKYAŞAR’ın kitabından )

   Herkes zannediyor ki savaş falan çıkacak vatan için silahımızı, kılıcımızı alıp cepheden cepheye koşup vatanımızı, toprağımızı kurtaracağız eskisi gibi ...

   Hayır öyle olmayacak artık..!

   Sizler çocuğum rezil olmasın şehirde büyüsün, şehirden ev, araba alayım, köyden büyük şehirlere kaçayım derken, kim olduğunu dahi bilmediğinız insanlar gelecek dedenizin babanızın size miras bıraktığı tarlaları, evleri, köyleri tek tek satın alacak, söz sahibi olacaklar. Siz kurak 5 para etmez dediğiniz toprağınızı 3 kuruş fazlaya sattım kar yaptım diye kasılacaksınız. Bir tane boş arazi bırakmadan işleyecekler, üretecekler, senin benim yapamadığımı yapacaklar. Bizim değerini bilmediğimiz yarım dönüm toprak dahi onların en büyük hayali. Biliyorlar ki Türkiye topraklarına adamı ters diksen düz biter. Vatanın, topraklarımızın en büyük bekçisi, koruyucusu topraktan üreten köylülerdir. Tarım arazileri yabancıların eline geçerse, Türk köylüsü biterse Atalarımızın bize kanıyla, canıyla, aç,susuz kalarak aldığı bu toprakları hiç savaşmadan kağıt parçası uğruna satarsak, o zaman savaşı kaybetmiş olacağız. Yatırım yapmak istiyorsanız gidin tarla alın, 49 yıllığına dağlardan arazimi kiralanıyor; bunu onlara bırakmayın siz kiralayın. Topraktan kalkanla evi, arabayı her zaman alırsınız.

Miras başında kavga edip satılığa çıkarmayın. Paraya ihtiyacınız varsa toprağı işleyen kardeşinize satın. Miras başında kavga edip bölüşülemeyen, mahkemelik olan tarla satışlarına gidin bakın; adliye önünde farklı bölgelerden haber alıp koşup gelen nereye çalıştığı, kime hizmet ettiği belli olmayan, yüzünü ilk ve son defa göreceğiniz insanlarla dolu. Savaş çıkacak diye beklemeyin. Savaşın ortasındayız. Toprak için kan veren/ can veren atalarımızın, para için toprak satan torunları olduk...

   Toprağınızı satmayın...

   Tuba Büyükyaşar ( Kitabından alıntı)

Atalarımız az yaşa çok yaşa ölüm gelecek başa

   Atalarımız az yaşa çok yaşa ölüm gelecek başa “ derler. Aslında ömür iki ezan arasında geçen zaman dilimidir. Eski adetlere göre yeni bebek doğduğunda aile büyükleri kulağına ezan okuyarak 3 defa “ adını “ söyler. Yani bu dünyada senin adın bu olsun denir.

   Ad koyma ezanını sadece bebek ve yanındakiler duyar. Ama kişinin öldüğüne dair “ sâla” denilen ezanı ise herkesin duyması çok kişinin ölenin defin merasimine katılması istenir. Yani dünyaya gelirken ne olduğunu bilmediği için ağlayan bebek, ölüme giderken vakti varsa yine ağlar veya arkasındakiler ağlar, yaş tutarlar.

   Hayatın acı ve tatlı yanları ne kadar gerçek ise hayatın sona ermesi de hayatın en acı gerçeğidir.

İnsanlar hayatın geçici olduğunu bilseler veya ara sıra hatırlasalar insanlar arasındaki ilişkiler bambaşka olur, bu kadar kavga gürültü olmaz diye düşünüyorum.

MUSALLA TAŞI

                               (Bayram Tunca)

İster ağa ol, isterse azam paşa

İster bir yıl, isterse bin yıl yaşa

Bir gün mutlaka ölüm gelir başa

O zaman sen de gelirsin bu taşa

Eğer ki inanmıyorsan git sor şu naaşa

Bak, daha dün hem ağaydı hem paşa

Bugün o da geçici konuk oldu bu taşa

Bir gün illa sen de geleceksin bu taşa

Eğer bana inanmazsan git sor o taşa

Bugüne kadar kaç kişi kondu bu taşa

Hem kimileri ağaydı, kimileriyse paşa

O ne ağa bilir, ne paşa gelir her başa

Getirip koymuşlar tam yolun sonuna bu taşı

Dünyada son konaklama yeridir musalla taşı

Bak arkadan başkası geliyor kaldırın şu naaşı.

Böyle gelmiş böyle gitmekte bu hayatın akışı,

Hey âdemoğlu eğer almadınsa kıssadan hisse

O an kâr etmez, şair Bayram ne yazıp söylese

Ah bu hakikati keşke özü sözü bir olan anlatsa

Belki de o vakit alırdı insanoğlu kıssadan hisse.

    Şair Bayram Tunca. 22.02.2001

HAYAT UZUN İNCE YOLDUR

Hayat uzun ince bir yoldur, ihtiyacın olan şeyi bulmak için iyi niyetle yola düştüğünde muhakkak onunla buluşursun.

Ayrı coğrafya ve kültürlerin; ırkların, dinlerin, mezheplerin kişileri de olsak tüm insanların duyguları aynıdır.

NEKRE

Eskiden sinemalar, tiyatrolar yokken insanları güldüren, rahatlatan “ nekre” denilen insanlar vardı.

Bu kişiler insanlara komik hikayeler, masallar başından veya başkalarının başında geçmiş olayları değiştirip “ komik hale” dönüştüren insanlar vardı. Bu insanları dinlemek için onların evine, kahveye sohbete giderlerdi.

Hoşsohbet, güzel konuşan fıkra anlatan insanların toplum içinde bit saygınlığı vardı. Bu gibi insanlar bir kahveye geldiğinde herkes o sandalyesini o kişinin yanına çeker;

- Ağam, ne var ne yok! diye sohbetin açılması sağlanır, bazen dinleyicilerden birisi kahveciye seslenir;

- Kap gel abimin okkalı şekerli kahvesini “ der. Nekre adam konuşmaya başkayınca orada bulunan herkes kafasını oraya döndürür, pür dikkat hikaye anlatıcıyı dinlerdi. Anadolu’da “ masal, hikaye anlatanların köy, köy dolaşıp “ bahşiş toplayarak geçimlerini sağladıkları anlatılır. O yıllarda güzel yalan insanları bile dinlemek isterler;

- bakalım bu gün ne yalan atacak! diye merak ederlerdi. Benim akrabam olan be çık güzel hikayeler anlatan bir ancamız;

- Vallahi, billahi, tillahi yalan olmasın” diye başlar arkasından yalanları sıralamaya başlardı.

Bu gün keyif için insanları güldüren, hikayesi, sohbetçi ve palavracılar kalmadı.

Foto’daki yün örgü Nasrettin Hoca ve eşeği ailemizden Berrin Sipahioğlu tarafından örülmüştür.

YABANCI SERMAYE TÜRKIYEDEN ÇEKİLİRKEN

Değerli Dostlar,

Son günlerde dünyanın tanınmış yabancı şirketleri birer birer Türkiyede ki faaliyetlerine son vermektedirler. Bu şirketler kervanına BP de eklenmiş vaziyettedir. BP 120 yıllık Türkiye operasyonlarına son vermiş, Türkiyedeki varlıklarını sessiz sedasız Pettol Ofisine devretmiştir.

Elbette iş sadece BP ile sınırlı değildir. Daha önce de Türkiyede faaliyet gösteren çok büyük yabancı şirketlerin büyük bir bölümü ya tamamen Türkiyeden çekilmiş yada faaliyetlerini acentalık seviyesinde sınırlandırmıştır.

Ayrıca daha önce Türkiyede yatırım yapacağı söylenen çok tanınmış bazı yabancı şirketler ise bu planlarımı iptal etmişlerdir. Bu üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir gelişmedir ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Bilhassa BP sıradan bir şirket değildir. BP aynı zamanda Birleşik Krallığın siyasi bir arması durumundadır. Bu nedenle BP nin aldığı stratejik kararlar aynı zamanda İngiliz devletinin siyasi bir izdüşümüdür. Bu tür kararların arkasında ekonomik saiklerden ziyade siyasi tercihler daha baskın rol oynar.

 Görünüşe göre BP son günlerde Türkiyenin izlediği vergi politikalarının operasyonlarının karlılığını olumsuz yönde etkilediğini öne sürmüş ve bu nedenle Türkiye operasyonlarını sonlandırmıştır. Ama gerçekte durum farklıdır. Anladığımız kadarıyla İngilizler Türkiyeye dönük politikalarında köklü değişiklik tercihinde bulunmuş durumdadırlar. Demek ki ortdoğudaki İngilizlerin liderliğindeki Batı bloku Türkiye karşıtı yeni bir köklü politika değişikliğine gitmektedirler. Amerika ve Batı, Suriye, Irak Kürtleri, Ermenistan, İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan hattında bu ülkeleri de içine alan Türkiyeye karşı yeni bir haçlı-siyonist kuşatma mihveri oluşturmaktadırlar. Yani uluslararası büyük sermaye gruplarının Türkiyedeki faaliyetlerini sonlandırmalarının arka planında bu politik gerekçeler yatmaktadır. İranın Zengezur koridoruna karşı çıkmasında da aynı saikler gizlidir. Görünüşte kanlı ve bıçaklı olan İran ve Batı dünyası iş Türkiyeye gelince aynı noktada buluşmaktadırlar. Amaç Türkiyeyi Ortadoğuda ve Ortaasya koridorunda sıkıştırmaktır. Ermenistan’ın batıya ve diasporaya bağımlı olması Ermemistanın kendi hür iradesi ile karar almasına engel teşkil etmektedir. Ayrıca Azerbaycanın İsrail ile derin ilişkiler içinde olması da Türkiye açısından bu konudaki bir başka önemli açmazdır. Bu yüzden BP ve diğer batılı şirketlerin Türkiyeden çıkmalarını da bu bağlamda ele almak gerekir.

Batı siyaseten tam olarak kontrol edemediği Türkiyenin bölgesel politikalarını sadece askeri ve diplomatik yönden değil aynı zamanda da ekonomik yönden de kontrol altına almak istemektedir.

Denilebilir ki canım ne güzel. Bu emperyalistler defolup gitsinler. Daha iyi olmaz mı?

Belki altmışların ve yetmişlerin jargonları ile düşünseydik bu argümanlar haklı olabilirdi fakat bizim artık 2030 ların dilini kullammamız gerekiyor. Dünya arkasında uluslarası sermayenin desteklediği kocaman bir köy haline gelmiştir. Dolayısıyla bunların aldığı kararlar artık dünyanın tamamın etkiliyor. Sizin bu dev kurumların kararlarını değiştirecek bir ekonomik ve siyasi yaptırım gücünüz yoksa bunların kararlarını dikkate alarak bir siyasi ve ekonomik strateji geliştirmeniz gerekiyor.

Elbette burada bahsettiğim şey onların alacağı yada alabilecekleri kararlara körükörüne itaat etmek, onaylamak değildir. Bizim de bu kararlar ışığında ülkemize en az zarar verecek karşı stratejiler ve politikalar oluşturmamız gerektiğini vurgulamaktır.

Kim ne derse desin bugün dünya politikasına yön veren temel politikaların oluşturmasında İngilterenin ve Londra merkezli uluslarası finans lobisinin imzası vardır. Para oradan yönetilir. İngilterenin dünya üzerindeki istihbarat faaliyetlerinin kapsamı ve etki düzeyine hala hiçbir istihbarat örgütü ulaşamamıştır. Hangi taşın altında hangi yılan saklanır, onu en iyi İngiliz istihbaratı bilir. Bilmekle de kalmaz, elinde bulunan operasyonel kabiliyetleri en hızlı ve isabetli şekilde faaliyete geçirir. Zira çok güçlü bir örgütlenme ağı vardır.

Gezi olaylarında ve 15 Temmuz darbesinde İngiliz istihbaratı başrolde idi.

Şapkayı önümüze alıp derin derin düşünmenin zamanıdır. Dünyadaki büyük çalkantılardan en fazla etkilenecek ülkelerin başında hiç kuşkusuz Türkiye gelmektedir. Kambersiz düğün, Türkiyesiz savaş olur mu?

Arzu etmesek de bu ihtimallere açık bir politika izlemek zorundayız. Barışı kollayan ama savaşa hazır bir Türkiye. Tarih ana bize bunu anlatıyor.

ADEM ULUÇAY