Tabii ki günümüzde İzlanda'da Türkler var ama ben 20 Haziran 1627'de oralara gitmiş olduklarından söz edeceğim... Şaka değil gitmişler ama tabii ki turistik amaçla değil, yağma için. Bernard Lewis 1953 yılında İstanbul Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, Türkiyat Mecmuasında yayımlanan bir yazısında bu konuda yazılmış yapıtlardan söz ediyor.
Aşağıda özgün yazıda da göreceğiniz gibi 1627 yılında Kuzey Afrikalı korsanlar İzlanda'ya gitti. Bu akınların başını İslam'a döndürülmüş veya kendi rızasıyla dönmüş Hıristiyanlar çekiyordu ama korsanlar arasında Türkler (Müslümanlar) de vardı. İşin garibi onları, esir düşmüş bir İzlandalı, serbest bırakılması vaadiyle korsanları İzlanda'ya sefer yapmaya yönlendirmişti. Seferin nasıl yapılırsa başarılı olacağını onlara öğretmişti. Aynı İzlandalı'nın orada halka kötü muamele yapanların mühtediler olduğunu hayretler içinde belirtmesi olayın bir başka ilginç noktasını oluşturmaktadır.
Bu olayın anısına İzlanda'da Türklerin öldürülmesinin serbest olduğuna dair yazılanların bizzat İzlanda Dışişleri Bakanlığınca yalanlandığını da burada belirteyim. Zaten İzlanda'daki kentleri basan kişilerin Osmanlı donanması gemileri değil imparatorluğa otonom biçimde bağlı olan Cezayir'deki korsanlar olduğunu görüyoruz. Yazıyı olduğu gibi alıntılıyorum, Bernard Lewis o kadar güzel yazmış ki açıklamak zorunda kalacağım hiçbir yer olmadı yalnızca Arapça veya Farsça sözcüklerin Türkçelerini parantez içinde verdim ayrıca bugünkü Türkçe yazım kurallarına uymayan yerleri düzelttim). Sözü uzatmadan sizleri yazıyla baş başa bırakayım.
"Şimalî (kuzey) Afrika korsanları, asırlar boyunca daha ziyade çektirilerle iş görmüşlerdir. Bu gemiler, tedariki ve muhafazası güç olan yüzlerce kürekçiye ihtiyaç gösterdiğinden, çok masraflı oluyor, kürekçiler için fazla miktarda yiyecek ve içecek yüklemek mecburiyetinden dolayı faaliyet sahaları da mahdut kalıyordu. Bundan başka, bu cins gemiler, Akdeniz'in sakin sularına göre yapılmış olup engin okyanusun şiddetli fırtınalarına mukavemet edecek şekilde değildiler.
Bununla beraber, 17. asrın başlarındaki değişiklikler neticesinde korsanlar, faaliyet sahalarını genişlettiler. İngiltere Kıraliçesi Elizabeth'in 1603'te ölümünden sonra, Kral James I, İspanya ile sulh aktetmiş ve 1604 muahedesiyle, iki memleket arasında cereyan eden deniz muharebeleri, aynı zamanda, İspanya ile Hollanda arasındaki çarpışmalar da nihayet bulmuş ve 1609'da İspanya, Danimarka'nın istiklâlini nihayet tanımağa mecbur kalmıştı. İspanya'ya karşı harplerde mühim bir rol oynayan İngiliz ve Danimarkalı korsanlar, lüzumsuz olmak şöyle dursun, şimdi zararlı birer unsur haline gelmişti ve bundan dolayı İngiltere ile diğer garp hükümetler tarafından milletler arası ticareti himaye için korsanlara karşı gittikçe şiddetini artıran tedbirler almağa başlanmıştı.
Kendi memleketlerinde mesleklerinin tatbiki için şartların gittikçe fenalaştığını gören birçok korsan, Şimalî Afrika sahillerine kaçtılar ve orada hüsnükabul gördüler. Dört köşe yelkenli gemilerle okyanuslarda seyretmeğe alışık olan İngiliz ve Danimarkalı korsanlar, bu gemileri Şimalî Afrika sakinlerine tanıttı ve onların nasıl inşa ve istimal (kullanıldığını) edildiğini öğrettiler. Korsanlar, bu yelkenlilerin çektirilerden daha istifadeli bulunduğunu derhal kavrayarak, az zaman içinde bu yeni gemileri kullanmak ve onlarla harp etmekte usta oldular ve çok geçmeden büyük ve kuvvetli filolarla Şimalî Afrika'dan kalkıp Cebelitarık'ı geçerek Mader, İngiltere ve İrlanda gibi uzak yerleri vurmağa başladılar. Korsanların en cüretkârāne maceraları, şüphesiz, 1627 senesinde İzlanda'ya yaptıkları akındır.1
Bu sefer hakkında malûmat veren neşriyatın ilki, Hıristiyan esirlerinin fidye-i necatı (kurtuluş fidyesi) işini halletmek üzere 1634 senesinde Şimalî Afrika'ya giden Fransız papazı Pierre Dan tarafından yapılmıştır. Pierre Dan, Şimalî Afrika korsanlarına ait olup 1637'de neşredilen eserinde Cezayir korsanlarının 1627'de İzlanda'ya yaptıkları bir akını hulâsaten (özetle) anlatmıştır. Müellifin dediğine göre, bu akın üç gemi ile yapılmış ve aslen Alman olup Come Murat adıyla tanınan bir mühtedi (dinsiz veya başka bir dine inanırken İslam'a inanmaya başlayanlara verilen ad) tarafından idare edilmiştir. Korsanlar İzlanda sahillerinin muhtelif yerlerine birçok hücumlarda bulunarak 400 esir almıştır.2
Diğer bir Fransız eseri de 1642 tarihine tetabük (denk gelen) etmektedir. Mezkûr (adı anılan) senede Sieur Emmanuel d'Aranda, esaretten fidye vermek suretiyle kurtulup Cezayir'den ayrılacağı sırada yanına genç bir 'Türk' yaklaşmış ve kendisine Danimarka'nın Madrid sefirine bir mektup götürmesini rica etmiş. Bu garip ricadan şaşıran d'Aranda, adamı isticvap etmiş (sorgulamış) ve onun mühtedi bir İzlandalı olduğunu anlamış. Bu adamın dediğine göre : 'Cezayir korsanları île uzun seferlerde bulunduğu halde hiçbir mükâfat kazanmamış olan İzlandalı bir mühtedi, birkaç sene evvel, korsanların reisine, İzlanda'ya bir sefer yapmağı teklif etmişti. Bunun üzerine sefer yapılmış ve 800 esir alınmıştır ki bunların çoğu halâ fidyelerine beklemektedir'.3
Cezayir korsanlarının İzlanda seferi zamanına ait garp kaynaklarında mevcut malûmat, bildiğime göre, bu iki kısa ve mütenakız hikâyeden İbarettir. Bununla beraber, gerek İzlandalılar ve gerek o zaman İzlanda'nın hâkimi bulunan Danimarkalılar böyle fevkalâde bir hadiseyi meskût geçmemişlerdir (söylenmemiş). Filvaki (gerçekten), İzlanda ve Danimarka dillerinde, şimal milletleri ve bütün Avrupa Hıristiyanları tarafından Berberistan Korsanları (Barbary Corsairs) denilen Türklerin akınlarına ait külliyetli ve mühim materyal mevcuttur. Bu meseleye dair ilk neşredilen rivayet, Vestmann takım adalarından 'Heimaey'li olup korsanların eline düşerek Cezayir'e gönderilen Olaf Egilsson adlı bir İzlanda papazının hikâyesidir. Bu papaz, Cezayir'de kısa bir zaman alıkonulduktan sonra, esirlerin fidyesi hakkında müzakere etmek üzere, kendini esir edenler tarafından Danimarka payitahtı Kopenhag'a gönderilmişti. Esaretinden 6 Temmuz 1628 senesinde vatanına avdetine kadar geçirdiği maceraları Danimarka diline çevrilmiş hikâyesi, ilk defa olarak 1641'de neşredilmiştir.4 Bu eserin İzlanda dilindeki metni ise Klâus Eyjolfsson'un o asra ait kısa bir hikayesiyle birlikte ancak 1852'de Reykjavik'te tab' edilmiştir.5
Muasır (çağdaş) ve ehemmiyetli kaynaklardan bir diğeri Björn Jonsson'un (1574- 1655) Tyrkjarânssaga adlı kitap olup 1866'da basılmıştır.6 1643'te yazılan bu kitaba yukarıda zikredilen iki metin esas teşkil etmiş ve buna Cezayir'deki esirlerin mektupları, fidye ile kurtulanların rivayetleri ve artık mevcut olmayan bazı yazılı kaynaklar ilâve edilmiştir. Bu vekayi hakkında tenkitli bir inceleme, İzlandalı İlim adamı Sigfus Blördal tarafından Danimarka lisanında olarak 1899'da neşredildi 7. Bu eser, o zaman elde mevcut matbu kaynaklardan başka, İzlanda ve Danimarkalı esirlerin henüz yazma halinde muhtelif koleksiyonlarda bulunan gayrımatbu (basılmamış) mektuplarına ve diğer bazı kayıtlarına istinad eder (dayanır). Nihayet, 1906-1909 senelerinde İzlandalı âlimlerden bir diğeri, Jón Thorkelssor, sefere ait malûm kaynakların(ın) hepsini ihtiva eden bir cilt metin neşretti. Müellif (yazar) bu eserde akının başlangıcı, seyri ve neticeleri hakkında mufassal (ayrıntılara girilerek geniş biçimde anlatılan) bir medhalden (girişten) sonra, sefere ait elde mevcut on iki muhtelif kıssanın (anlatının) tenkitli (eleştirel) metnini vermiştir. Bunları, esir mektuplarından başka, fidyeye dair müzakereleri, Cezayir'de bulunan İzlandalı esirler hakkında yazılmış raporları, fidye parası toplamaya ait meseleleri tanzim etmeğe matuf (yönelik) muhabereleri (haberleşmeleri) içeren diğer belgeler izlemektedir. Kitap, korsan akınına dair manzumeler faslı ile nihayet bulur.8
İzlanda akınının hikâyesi 20 Haziran 1627'de başlar. Bu esnada İzlanda'nın garp sahilinin en cenubî kısmı olan Rykjanes'de güney kısmındaki küçük Grindavik'e bir Cezayir korsan gemisi geldi ve korsanlar bu sahilde karaya çıktılar. Akının ilk safhaları hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Avdet eden (ayrılan yere geri dönen) İzlandalı esirler, bu akına önayak olanın Paul adı ile zikrettikleri (andıkları) bir Danimarkalı esir olduğunu söylemişlerdir. Bu adam, serbest bırakılmak vaadi mukabilinde (karşılığında) korsanlara, çok iyi tanıdığı Şimal (kuzey) denizine ait malûmat vermiş ve akına bizzat iştirak eylemiştir (katılmıştır). Bu adamın d'Aranda tarafından zikredilen İzlandalı mühtedi olması muhtemeldir.
İzlanda raporlarına nazaran, akın on iki gemi ile başlamış, fakat bunlardan yalnız dördü İzlanda'ya varabilmiştir. Diğer gemiler ihtimal İngiltere'ye gitmiştir. Seferin başında bulunan Murat Reis adlı kimse, Cermen ve Flaman ( = Dutch) mühtedisi olarak gösterilmektedir. Bu adamın daha ziyade Flaman olması daha makul görülüyor ve iki tavsif (nitelendirme) arasında bir tezat görmeğe lüzum yoktur. Zira Cermen (Tydsk) adı o zaman daha ziyade müphem (belirsiz) bir mana ifade ediyor ve bu isim Danimarkalılara da veriliyordu. Sefere iştirak edenlerin mütebakisi (geride kalan) kısmen Türklerden ve kısmen mühtediler ve köle olarak istihdam edilen esirlerden terekküb ediyordu (oluşuyordu). Olaf Egilsson kendini esir edenler hakkında bu malûmatı vermiştir. Olaf'ın, bu korkunç korsanların da 'tıpkı diğer insanlar gibi' olduğuna safdilâne hayret göstermesi ve kötü hareketlerin mühtediler tarafından yapıldığını kaydetmesi okuyucunun dikkatini çekecektir.
Olaf bu hususta şöyle diyor: 'Bu kötü insanların çehreleri ve kıyafetleri hakkında biraz malûmat vereceğim. Bunlar tıpkı diğer insanlar gibi olup boyları birbirinden farklı idi . Bazılarının rengi beyaz, bazıları koyu esmerdi. İçlerinden bir kısmı Türk değil, Norveçli, Danimarkalı, Alman ve İngiliz gibi muhtelif milletlere mensuptu. İçlerinde dinlerine sadık kalanlar esir düştükleri zamanki kıyafetlerini muhafaza etmişlerdi. En tehlikeli ve ağır işlere koşulan bu insanlara, hizmetleri mukabilinde dayak atılırdı. Türkler'in (= Müslümanlar) kâffesi (tamamı), bazıları kaytan, bazıları sırma veya İpek şeritle süslü uzun kırmızı serpuşlar giyiyorlardı. Sırtlarında uzun entariler vardı. Bunlar çok bol olduğundan, eteklerini bellerindeki kemerlere sokarlardı. Donları yelken bezinden olup, çoğu çıplak ayaklarına nalçalı yemeni geçirmişlerdi. Siyah saçlı idiler, sakallarını tıraş edip yalnız bıyık bırakmışlardı. Hakikî Türklerin tavır ve hareketleri, diğer milletlerden, tâbir caizse, hiç farklı değildi diyebilirim. Mühtediler, kılık kıyafet bakımından Türklerin aynı idiler. Adam öldüren, döven, işkence eden ve her türlü fenalığı irtikâb edenler (kötü işler yapanlar) de asıl bunlardı' 9.
Korsan filosu İzlanda'ya yaklaşırken şiddetli bir fırtınaya tutulup dağıldı. Filodan ayrılan bir gemi 20 Haziranda tek başına Grindavİk'e yanaştı. Limanda bir Danimarka tüccar gemisi bulunuyordu. Korsanlar, kendilerine, balina avcısı süsü vererek bu hile sayesinde Danimarka gemisini kolayca ele geçirdiler ve sahile yaptıkları bir hücumdan sonra ganimetler ve esirlerle uzaklaşıp gittiler. Yolda rastladıkları diğer bir Danimarka gemisine yanaşıp gemiyi yakaladılar ve içine kendilerinden mürettebat yerleştirdiler. Gemilerden birini, esir ve ganimetle Cezayir'e gönderdiler. Diğer iki gemi Faxa Bay istikametinde İzlanda'nın garp sahiline doğru yelken açtı.
Bu akının haberi süratle intişar etmiş (yayılmış) ve büyük bir telaş husule getirmişti (meydana getirmişti). Halkı ikaz için hususî tertibatla verilen işaret üzerine insanlar ve gemiler Bessastadir'de toplandı. Rykjavik'e (bugün Reykyavik diye okuduğumuz İzlanda'nın başkenti) birkaç mil mesafede Seila adlı küçük bir köyde bulunan bu kasaba, Danimarka'nın İzlanda valisinin oturduğu yerdi. Bu yer bilâhare XVII. asırda idare merkezi olmuştur. Hindistan'a seyahatleri ile tanınmış meşhur İzlandalı seyyah Jon Olafsson, tam bu sırada, birkaç Fransızla beraber Bessastadir'e gelmiş bulunuyordu. Bu zatın oğlu Olaf Jonsson tarafından yazılan biyografisinde korsanların Bessastadİr'e gelişlerine dair şu malûmat mevcuttur.
'Jon Olafsson'a seyahati geri bırakarak vaziyetin tavazzuhuna (açıklığa kavuşmasına)kadar beklemesi emredilmişti. Vali, herkesin müdafaaya amade (savunmaya hazır) bulunmasını ve gösterilen yerleri işgal etmesini, Jon Olafsson ile Fransızların da kalede kalıp topları ateşlemeğe hazır bir vaziyette olmalarını bildirmişti. Bizzat vali ile adamları ve birçok İzlandalılar, ellerinde uzun değnekler, eyerleri tunçla kaplı atlara binerek öteye beriye koşuyorlardı. Eyerler güneşte parladıkça, süvariler, zırhlı insanları andırıyordu.
Karada müdafaa tertibatı alındıktan sonradır ki korsan gemileri limana yaklaşmağa başladılar. Limandaki sefinelerde (gemilerde) ve kalede bulunanlar bunu görünce bir kaç salvo (top atışı) savurdular. Korsanlar da aynı şekilde mukabele ettiler. Tam bu sırada, Allah'ın inayetiyle, sular cezir haline gelerek çekildiğinden iki korsan gemisinden biri karaya oturdu. Korsanların esir ettikleri insanlarla ganimetlerin büyük bir kısmı bu gemide idi. Diğer gemideki korsanlar bu vaziyeti görünce karaya oturan gemiyi hafifletmek için insanları ve malları kendi gemilerine taşımak üzere, her iki gemiden sandal indirdiler. Aynı zamanda, Danimarka gemisinden istiğnam (elde olana razı olmak) etmiş oldukları bal, yağ ve sair sulu maddelerle dolu ağır fıçıları denize atıyorlardı. Birçoğu sahile sürüklenen fıçıların üzerinde Skutilsfjörd tacirlerinden Bogi Nielsson'un markası vardı. Jon Olafsson bu markayı tanıyarak Skutilsfjörd limanına mensup bir geminin korsanlar eline düşmüş olduğunu anladı. Korsanlar suyun içinde çırpınıp, insanları bir gemiden diğerine naklederlerken, Danimarkalılar, gerek kendi gemilerinden ve gerek kaleden, heyhat ki ateşi kestiler. İzlandalılar ise, korsanların bu müşkül vaziyetleri esnasında mümkün olduğu kadar fazla ateş etmek arzusunda idiler; fakat buna muvaffak olamadıkları için10 korsan gemisi, suların yükselmesi sayesinde yüzdürülmüştür. Her iki gemi Seila'dan uzaklaşarak gerisi geriye cenup sahillerini tâkib ederek çekildiler ve Haziranda Vestmann adalarına gelip oralarını yağma ettikleri zamana kadar ortada görünmediler. Korsan gemilerinin Seila'ya gelişi, İzlanda parlamentosunun (Althing) içtimaa (toplanmaya) başlayacağı sıralara tesadüf ettiğinden, ortalığı istilâ eden dehşet dolayısıyla, vali de, Bessastadir'de bulunan diğer kimseler de o yaz parlamentoya gelemediler."11
Vestmann adalarına geldiğini söylediğimiz gemiler, hakikatte, Bessastadir'e gelen gemiler değildi. Seila'dan hareket edenler diğer gemileri beklemeden, beraberlerinde 15 İzlandalı ve adedi meçhul Danimarkalı esirle Cezayir'e dönmüştü. Aynı zamanda diğer iki gemi şark sahillerine doğru ilerlemekte idi . Bunlar 5 Temmuzda dört sandalla Berutfjörd'a çıkarak 13 Temmuzda ganimet ve esirle dönmüş ve daha birkaç ufak hücumdan sonra korsanlar 110 esir alıp cenup istikametine teveccüh etmişlerdi (yönelmişlerdi). Bunlar cenup (güney) sahillerinde dördüncü gemiye rastlayarak onunla beraber Vestmann adalarına doğru ilerlediler. Yolda rastladıkları bir İngiliz balıkçı gemisinin kaptanını, Kaupstad limanının tehlikeli geçidi İçin kılavuz vermesi hususunda tazyik ettiler.
Vestmann adaları İzlanda'nın dört mil cenubunda küçük bir takımadadır. Bunların ancak en büyüğü olan Heimaey meskûndur (yerleşim vardır) ve bu ada asrın ilk senelerinde İspanyol ve İngiliz korsanlarının taarruzuna maruz kalmıştır. Cezayir korsanlarının yaklaştığı haberi ada sakinlerine ulaşmıştır. İzlanda kaynaklarında, Türklerin pençeli, ağızlarından ateş ve kükürt püsküren, alınlarında, göğüslerinde ve diz kapaklarında ileriye uzanmış bıçaklar bulunan mahlûklar olduğuna dair garip rivayetler vardır. İzlandalılar, korsanların geldiği haberi üzerine, Danimarkalılara ait ticarethane etrafında süratle müdafaa tertibatı aldılar. 16 Temmuz sabahı, üç geminin adaya yaklaştığı görüldü. Bütün hazırlıklara rağmen ciddî bir mukavemet gösterilemedi. Korsanlar karaya üç büyük müfreze çıkardılar ve büyük miktarda ganimet ve esir aldıktan başka, limanda yakaladıkları Krabbe adlı Danimarka ticaret gemisine esirleri doldurup onu kendilerinden mürekkep (oluşan) mürettebata tevdi ettiler (verdiler). Korsan filosu veda selâmı makamında dokuz pare top attıktan sonra 242 esirle uzaklaşıp gittiler.
Korsanların Cezayir'e dönüş seyahati, Heimaey'de yakalanmış esir papaz Olaf Egilsson tarafından canlı bir surette hikâye edilmiştir. Hava fena olduğundan, Krabbe diğer gemilerden ayrılmak mecburiyetinde kalmış ve bir hafta tek başına seyahat etmiştir. Krabb'edeki esirlerin sayısı mürettebatın birkaç misli idi . Bunlar, isyan ederek gemiyi ele geçirmek üzere plan tasarlamışlar, fakat bu plan meydana çıktığından teşebbüs akim (sonuçsuz) kalmıştır. Esirler arasında bulunan bir Danimarkalı, kendi milletinden olan mühtedi Paul ile konuşarak, şüphesiz kendine ehemmiyet verdirmek için, ona, bir kedi öldürmek için kaç fare lâzım olduğunu sormuş, Paul de bu sualden ne kast edildiğini anlayarak korsanları ikaz etmiş. Esirler, Krabbe'nin diğer gemilerle buluşmasına kadar zincire vurulmuş. Olaf Egilsson, seyahat esnasında esirlere iyi muamele edildiğini söyleyerek, Türkler kendileri yalnız su içtikleri halde esirlerine bira, mead, brandg gibi içkiler verdiklerini kaydediyor.
Esirler, gemilerin alt ambarlarında yerleştirilmişti. Olaf Egilsson diyor ki 'Burası karanlık olduğundan, gece gündüz kandil yanıyor ve her akşam bize yiyecek hazırlanıyordu ve yemek zabitlerin kendi kamaralarında yedikleri yemeğin aynı oluyordu'. Vestmann adasındaki 'ticarethaneden iğtinam edilen (yağmalanan) iki varil bira ve mead, tükeninceye kadar bize verilmiştir. Korsanlar, ticarethanelerdeki bütün içkileri imha etmişlerdir. Brandy de yalnız sabahları veriliyordu. Türkler sudan başka bir içki kullanmazlar.' 12
Korsan Gemileri, 12 Ağustosta Cezayir'e muvasalat etti (ulaştı) ve esirler burada satıldı. Olaf Egilsson, fidye işini tanzim etmek için Kopenhag'a izam edilmiş (izam abartmak demek ama burada durum abartılarak gönderilmiş demek istiyor sanırım) ve orada fidye için para toplamak üzere büyük bir gayret gösterilmiştir. 1635 senesine ait bir vesikada 31 erkek ve 39 kadının esarette kaldığını, müteakip seneye ait bir vesikada ise 34 kişinin fidye verilmek suretiyle kurtarıldığı kaydı mevcud bulunmaktadır. Emmanuel d'Aranda'nın şahadetine (tanıklığına) göre bir kısım esirler 1642'de hâlâ Afrika'da bulunmakta idi. Esirlerden en az ikisi kendi arzuları ile Cezayir'de kalmış ve korsanlara katılmışlardır. Bunlardan biri olan Jon Asbjarnarsson, Cezayir Dayısı'nın sarayında mühim bir mevkiye yükselmiş, diğeri, Jon Jonsson Vestmann ise, korsan kaptanlarından biri olmuştur. Bu adam, birçok maceralar geçirdikten sonra nihayet Avrupa'ya dönmüş ve Kopenhag: şehrinde vefat etmiştir."13
Yazan: Bernard Lewis, Çeviren : H. D. Andreasyan, 277-283 arasındaki sayfalar, Yayın yılı 1953. Bu yazı A026319 demirbaş numarası, A.I/9412 yer numarası, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'nde Kitap Deposu'nda bulunuyor. İstanbul Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, Türkiyat Mecmuası Cilt: X Yıl: 1951-53
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/172716
1 Bak : S. Lana - Pool, The Barbarg Corsairs, London, 1880, pp. 228. fi Azi z Sa - rorh, Şimalî Afrika'da Türkler, İstanbul 1937, I, s. 174.
2 Pierre Dan, Histoire de Barbarie et de ees Corsaires, Paris 1637, Liv . III, p. 276. "E n 1627 trois vaisseau* d Alger, conduits par un Renégat Allemand, nommé Como Murat, furent si hardis que d'aller jusques en Danuemarc, ou prenant terre eu l'Isle d'Island, ils enlevèrent plusieurs messages escertez l'u n de l'autre, et firent esclaves quatre cens personnes qu' ils emmenèrent,,. Bu kitııbın Danimarka diline tercümesinde (Amsterdam, 1684) reisin adı Kur e Murat olarak yanlıdır.
3 Emmanuel d' Aranda , Relation de ta Captivité, 4 th édition, Leyden, 1671, pp. 368 - 72.
4 Oluf Eigilssen, En Kari Berelninğ om de Tyrkiske Söröv eres Önde Medfari og Omgang ete. Cophenagen, 1641.
5 Olafr Egilsson, Litil Sega umm herhlaup Tgrltfcnt arid 1627. Reykjavik, i 852 Müellif adının Danimarka ve İzlanda lisanlarındaki şekillerinin farkı dikkat edilecek bir noktadır.
6 Bjö'rn Joosson, Tyrkjaranssaga, Reykjavik, 1866.
7 Sigfus Blöndal, De Algierske Söröveres Tog tİl Island aar 1627, Nord og Syd, Copbenagen, 1898-9 , pp. 193 - 208. Bu mükemmel makale, burada verilen malûmata esas teşkil eder.
8 Jon Thorltelsson (ed.) Tyrkjaranid a islandi 1627, SÖgufjelag neşriyatı, Rykja-- vik, 1906 • 9. hücuma ait kısa bir malûmat Knut Gjerset'in History of İceland, London 1923, pp. 319-320'de bulunur.
9 En Kort Bcretning, pp. 19 - 20.
10 Diğer bazı izlanda kaynakları, Danimarka'lı vali Holger Roseukrands'ın bu husustaki kayıtsızlığını şiddetle tenkid etmektedir.
11 The Life of the Icelander Jon Olafsson, Dr. Sigfus Blöndal'ın neşriyatından tercüme eden Dame Bertha Philpotto, II, London, 1932, pp. 2a8-ö. Bildiğime güre, bu kitap, orijinal kaynakların yegâne tercümesidir.
12 En Kart Beretning, p, 22.
13 Blöndal, gast, ger, pp. 207-8.