Uluslararası Dünya Kadınlar gününde akla gelen önemli meselelerden birisi de kadınların Arap Baharındaki rolü oldu.
Arap dünyasında demokratik haklar, ekonomik beklentiler ve eşitlik sloganlarıyla ortaya çıkan ve Ortadoğu'yu saran kitlesel ayaklanmalar, bölgedeki kadın hakları mevzusunu tekrar gündeme getirdi. 2011 yılının başında Tunus'ta başlayan ve tüm Arap dünyasını saran Arap Baharı ile birlikte yeni siyasal aktörlerle kurulan düzen içerisinde kadınlar da aktif olarak halk ayaklanmalarında ön saflarda yer aldı. Yalnız bu görünürlük zaman zaman dezavantaj olarak karşılarına çıktı. Kadınlar bazı kritik noktalarda ayaklanmaların bastırılması ve halkın direncinin kırılması için rejim güçleri ve diğer baskıcı güçler tarafından araç olarak kullanıldı. Mısır ordusu tarafından ayaklanmaları bastırmak için Tahrir'deki Mısırlı kadınlara bekaret testi yapılması, gözaltına alınan yüzlerce kadına hücrelerde şiddet ve eziyet uygulaması bu gelişmelere global bir tepki oluşturdu. SCAF tarafından dövülen ve abayesi yırtılıp mavi sutyeniyle ortada kalan Mısırlı genç kadın birçoğumuzun hafızasında acı bir kare olarak kaldı.
Bununla birlikte devrim öncesinde sahip olduğunu ileri sürdüğü çağdaş kadın hakları profiliyle övünen Tunus devrim sonrası sessizliklerini bozan İslamcı kadınların açıklamaları sonrası kadın haklarında sınıfta kaldı. Tunuslu İslamcı kadınlar Tunus'taki kadın-erkek eşitliğini ancak seküler kadınların faydalandığı bir özgürlük olarak tanımladılar ve siyasi alandan sürgün edildikleri günleri anlattılar. Suriye'de devam eden çatışma ve gerginlik ise Suriyeli kadının sesini duymamıza müsaade etmedi. Esad kadınlardan oluşturduğu milis güçleriyle Suriye'deki devrim hareketine karşı savaşan ordusuna güç kattı. Bunun yanısıra rejimin muhalif kadınlara uyguladığı işkenceler aktivistlerden gelen bilgiler arasında. Yalnız Suriyeli kadınların asıl mücadelesi Esad sonrası dönemde başlayacak. Bununla birlikte son iki yıl içerisinde dünyanın beklenmedik bir köşesinde kadın haklarıyla bağlamında ilginç gelişmeler yaşandı. "Kadın sorunsalı" bağlamında dünya kamuoyunda sıklıkla gündeme gelen Suudi Arabistan'da 2011'in sonunda gerçekleşen kadınların araba kullanma yasağı karşıtı protesto ve kral tarafından verilen seçme ve seçilme hakkı ile devam eden kadın hareketi dikkat çekti. Bu hareketlenme kimi kesimler tarafından Suudi Arabistan'daki kadın baharı, kimileri tarafından da yalnızca reformlara doğru atılan bazı önemli adımlar olarak nitelendirildi.
21 Mayıs 2011'de Menal El-Şerif adındaki bir kadın araba kullanma yasağı konusundaki sessizliği bozdu ve bu yasağı protesto amacıyla Suud sokaklarında arabasıyla bir gezintiye çıktı. Bu "macerasını" amatör bir video ile kaydeden El-Şerif bu videoyu youtube'da paylaştı. Menal El-Şerif'in bir hafta hapiste tutulması üzerine sosyal medya sitelerinde örgütlenen kadınlar 17 Haziran'da "şoförlük günü" adı altında bir protesto düzenlediler ve sokaklara arabalarıyla çıktılar. Gelişmeler bununla sınırlı kalmadı. 2012, Suud kadın atletlerin olimpiyatlara katıldığı ilk yıl oldu. Endüstri sektöründe yalnızca kadınların istihdam edileceği alanlar açıldı. Bunun yanı sıra yaşanan önemli siyasi gelişmeler de oldu. 25 Eylül 2011 günü Suud Kralı Abdullah kadınlara oy kullanma hakkı tanıyarak ülke içerisinde bir reforma imza attı. En son 2011 yılında yerel komisyon seçimlerinde oy kullanamayan kadınların, 2015 yılında yapılması planlanan seçimlerde oy kullanabileceği ve aday olabileceği, Kral tarafından açıklandı. İlk kez 1927'de Kral Abdülaziz tarafından kurulan Şura Meclisini ile ilgili yasada değişiklik yapıldı ve kadınlar için yüzde 20'lik kota ayrıldı. Şura meclisi yasama gücü olmayan ama parlamentoya en yakın olan devlet kurumu olarak biliniyor. Geçtiğimiz haftalarda- 15 Ocak 2013 tarihinde- 150 üyeli Şura Meclisi'ne 30 kadın atandı. Atanan 30 kadının bulunduğu listeye baktığımızda doktora sahibi farklı özel ve kamu kuruluşlarında çalışan bir kadın profili görüyoruz. Bu kadınların ortak bir yönünün de çoğunun elit ailelerden gelmiş olması. Bu durum akıllarda Şura'da ki kadınların ortalama Suud kadınını ne ölçüde temsil edebileceği sorularını da bıraktı. Ama bu soruları sormadan önce yüzleşilmesi gereken önemli bir gerçek var. O da Suud kadınının siyasi tecrübesi olmadığı gerçeğidir. Mısır, Tunus gibi ülkelerde siyasi değişim süreçlerinde kadın aktif bir şekilde dahil olmuştur. Böylelikle bu ülkelerin siyasi sistemleri süregelen bir idari gelenek itibariyle kadınların siyasi arenada nispeten daha kabul görür olmasını sağlamıştır. Mısır'da en karanlık siyasi dönemlerde bile kadınlar siyasette aktif olarak bulunmuş, 1940 ve 50'lerde Fransa karşıtı hareketlerde Tunus kadınları aktif bir şekilde rol almıştır. Her ne kadar kadınların siyasi özgürlüğü Batılı ülkelere karşı bir savunma mekanizması içerisinde geliştirilmiş olsa da bu ülkelerde olan siyasetteki kısmi kadın nüfuzunu göz ardı etmemeliyiz. Ama Suud kadınları için böyle bir durum söz konusu değil. Bu yüzden hali hazırdaki konjonktürde, Suud Şura Konseyi üyeleri, din adamları ve monarşi, siyasette kadınlarla birlikte çalışmaya hazır değil. Hali hazırdaki durumun 30 atanan kadın için zor olacağı, atamalardan sonra Suud din adamlarından gelen çirkin ifadelerden de anlaşılabilir. Peki o zaman şu soruyu soralım: Siyasi sistem hazır olmamasına rağmen Suud kralı neden böyle bir karar aldı?
Her komplike görünen sorunun aslında basit de bir cevabı vardır. Arap baharıyla gelen değişim dalgasına Körfez ülkeleri tepkisiz kalamazdı. Bu bağlamda bu ülkeler tarafından izlenen üç temel politika 1. (Özellikle Şiilere olan) baskıların arttırılması, 2. Halkın sadakatinin parayla, sunulan yeni iş imkanlarıyla satın alınması ve 3. Kadınlara verilen minimal haklarla uluslararası kamuoyuna değişim mesajı verilmesi oldu. Suudi Arabistan'ın üçüncü politikayı net bir şekilde 2012 yılında izlediğini gördük. Bu bağlamda kadınlar araç haline getirildi ve kadınlara verilen sınırlı siyasi özgürlükler Suudi Arabistan'a zaman kazandırdı. Böylelikle Suudi Arabistan Körfez sahillerine vuran devrim dalgalarına karşı kendisi ile dalgalar arasına koyduğu 30 kadından güç aldı.