Rabbimizden razı olduğu ve kabul ettiği kâmil iman ve o imanın gereği olan Salih amel, ibadet ve itaatle birlikte sıhhat, afiyet ve ferahlık duası, temennisi ve niyazı ile sizi kalbî muhabbetlerimle selâmlıyorum:
السلام عليكم و رحمة الله و بركاته
VEHEN: BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİN ÖNÜNDEKİ BÜYÜK ENGEL
Sevban (R.A.)dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) bir keresinde Sahâbe-i Kirâm’a şöyle buyurdu:
يوشك الأمم أن تداعى عليكم كما تداعى الأكلة إلى قصعتها.
“Açgözlü kimselerin yemeğe üşüşmeleri gibi, düşmanlarınızın üzerinize saldırmaları yakındır. Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler, size çullanacaklar. Orada bulunan bir sahâbî:
-Bu, ogün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak? Sayıca az olduğumuz için mi düşmanlarımız üzerimize üşüşecekler? diye sordu. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
بل أنتم يومئذ كثير ولكنكم غثاء كغثاء السيل ولينـزعن الله من صدور عدوكم المهابة منكم وليقذفن الله في قلوبكم الوهن.
“Hayır, aksine siz o gün kalabalık, sayıca çok olacaksınız fakat selin önündeki çör-çöp gibi zayıf olacaksınız, çer çöp gibi savrulacaksınız. ALLAH düşmanlarınızın gönlünden sizin heybetinizi yani sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak. buyurdu. Yine bir sahâbî:
-Vehn nedir? Ya Resûlellah! diye sorunca, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz de:
حب الدنيا وكراهية الموت
“Vehn, dünyayı (fazlaca), aşırı sevmek ve ölümü kötü görmektir, ölümden korkmaktır, buyurdu.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, düşmana karşı gerçek gücün ve gerçek zaafın ne olduğunu iki kelime ile ifade etmektedir.
1-Dünya sevgisi,
2 -Ölüm korkusu.
Bunların zıddı da gerçek gücü ifade eder.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu hadis-işerifleriyle bizlere şunları hatırlatmaktadır: Müslümanlar birlik ve beraberliği kuşandıkları zaman varlıklarını muhafaza ederler. Ümmet bilinciyle hareket ettiklerinde asil ve vakur duruşlarını devam ettirirler. Yürekleri toplu vurdukça izzetlerini korurlar. Fitne, fesat ve tefrikaya geçit vermediklerinde kardeşlik bağlarını güçlendirirler. Ancak; Müslümanlar, yaratılış gayelerini, ölümü, hesabı, cennet ve cehennemi unutup dünyaya aşırı meylederlerse, güçlerini kaybeder zillete düşerler. Kalplerine Allah ve Resûlü’nün sevgisinden ziyade mal ve mülk, makam ve mevki, şan ve şöhret sevgisini yerleştirirlerse rüzgârın önündeki yapraklar gibi savrulurlar. Şahsi menfaatlerini, lüks ve konforlarını i’lây-ı kelimetullahtan üstün tutarlarsa bölünüp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
Bizler, zaman zaman dünya meşgalelerine dalıp İslam’ın hayat veren ilkelerini göz ardı edebiliyoruz. Rabbimize, çevremize ve insanlara karşı sorumluluklarımızı ihmal edip tamamıyla dünyaya yönelebiliyoruz. Kulluğumuzu unutup insani ve ahlaki değerleri hayatımızdan uzaklaştırabiliyoruz. Hâlbuki Cenâb-ı Hak:
تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللَّهُ يُرِيدُ الْآخِرَةَ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, Allah ise ahireti kazanmanızı istiyor.” Ayet-i kerimesiyle bizleri uyarmakta, ebedi yurdumuzu ihmal etmeden yaşamamızı bizlere tavsiye etmektedir. Yüce dinimiz İslam’a göre dünya, ahiretle kıyaslandığı zaman geçici, boş ve eğlenceden ibarettir. Yoksa dünya ve nimetleri kötü, değersiz ve önemsiz değildir. Kötü olan, insanı Allah’tan ve onun rızasından uzaklaştıran dünyevileşmedir. Unutmayalım ki, dünya ahiretin tarlasıdır. Cennetin kazanılacağı yerdir. Kulluk imtihanımızı gerçekleştirdiğimiz, hangimizin daha güzel işler yapacağının tespit edildiği mekândır. Dinimizin bizlerden istediği ne dünya için ahireti ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Allah’ın rızası doğrultusunda her ikisi için de çalışmaktır. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا
“ALLAH Teâlâ’nın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak ahiret yurdunu kazanmaya bak; ama dünyadan da nasibini unutma...”
Bugün; kin, öfke, kötülük ve zulüm yeryüzünü kuşatmış, insan hakları ve ahlaki değerler ayaklar altına alınmışsa bunun sebebi sadece zalimlerin güçlü olması değildir. Asıl sebep, Müslümanların çalışmayı tembelliğe kurban etmeleridir. İnançlarının gereği olan sorumluluklarını yerine getirmemeleridir. Vatanlarını ve değerlerini koruyabilmek için düşmanlarına karşı her alanda gerekli hazırlıkları yapmamalarıdır. İman, salih amel ve güzel ahlakla dünyalarını imar etmemeleridir. Oysaki Yüce Rabbimizin bu husustaki vaadi gayet açıktır:
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي اْلأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“ALLAH, sizden iman eden ve salih amellerde bulunanlara yemin ile vaadetmiştir ki; kendilerinden evvel gelen Mü’minleri, Kâfirlerin yerine getirip hakim kıldığı gibi elbette onları da yeryüzünde kâfirlerin yerine geçirip hükümran edecek ve onlara kendileri için razı olduğu dini İslâm’ı yaşama imkanını elbette verecek ve onların her türlü korkularını üzerlerinden kaldırdıkdan sonra hallerini kat’i bir eminliğe, güvene elbette çevirecektir. Onlar bu güvenlik içinde bana ibadet ederler, bana hiç bir şeyi şirk, ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim kâfir olursa işte onlar fasıkların ta kendileridir.”
Gün, aşırı dünyevileşme, bireysellik ve bencillikten kurtulma, sınırsız arzu ve isteklerimizi dizginleme günüdür. Vakit, farklılıklarımızı zenginlik kabul edip; birliğe ve huzura giden yolda birlikte yürüme vaktidir. Zaman, müminlere karşı şefkat ve merhameti, kâfirlere ve zalimlere karşı vakar ve izzeti kuşanma zamanıdır.