Peygamberimiz ve şahsiyet inşası Yüce Rabbimiz, insanı en güzel şekilde yaratmış; akıl ve irade ile donatmış, iman-küfür, iyi kötü, güzel-çirkin, itaat-isyan arasında yapacağı tercihleriyle imtihana tabi tutmuştur.
İnsanoğlu, Yaratıcısına nasıl kul olacağını, O’na nasıl ibadet edeceğini, çevresiyle olan ilişkilerinde nasıl bir tutum sergileyeceğini ve ebedî hayata nasıl hazırlanacağını, vahiy ve vahyin hayata yansıyan hali olan peygamberler vasıtasıyla öğrenmiştir. Zira insan; hayatın anlamına ve gayesine, varlığın başlangıcına ve sonuna, bilginin kaynağına ve sıhhatine dair tüm sorularına en doğru cevapları ancak vahyi ve sünneti referans alarak bulacaktır. Şahsiyet; kişiyi tanımlayan, hem doğuştan gelen hem de sonradan kazanılan nitelikleri muhtevi, insanın benliğine ait ruhsal ve manevi özelliklerin tamamını ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. “Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra annesi babası onu Yahudi yahut Hristiyan veya Mecûsi yapar.” (Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; Müslim, Kader, 22) hadis-i şerifi; şahsiyet oluşumunda ailenin, eğitimin ve çevrenin önemine dikkatleri çekmektedir. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s) de yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insana, varlık gayesini hatırlatmak ve şahsiyetini en mükemmel şekilde oluşturmasına rehberlik etmek üzere görevlendirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) cahiliye ortamının ürettiği; fıtrata aykırı tutum ve davranışlar sebebiyle karanlıklar, buhranlar ve çatışmalar içinde kalmış insanlığı, Kur’an ve sünnet rehberliğinde aydınlığa, huzura ve barışa kavuşturmuştur. Bu sebeple şahsiyet; kimlik ve kulluk şuurunun oluşmasında hiç şüphesiz Resul-i Ekrem en güzel örnektir. Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) Hz. Peygamber (s.a.s)’in öğretileri, bir bölgeye, bir çağa, bir mekâna, bir kavme ait değildir. Herkesin ve her çağın ihtiyacı ondadır. Dolayısıyla hangi çağda olursa olsun, hangi bölgede yaşarsa yaşasın, gelişmişlik seviyesi ne olursa olsun insanlığın yegâne kurtuluşu ve huzurlu bir toplumun inşası Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in hayatını örnek almaktan geçmektedir. Şahsiyet inşasında en temel faktör imandır. İman, Müslümanın şahsiyetini oluşturan; ona kimlik kazandıran, hem dünyasını hem de ahiretini huzurlu kılan büyük bir nimettir. Müslüman, imanının ibadetlerle ve güzel ahlakla kemâle ereceğini ve hayat bulacağını bilir. Müslüman, Allah’a gönülden inanan, ihlasla ibadet eden sorumluluk sahibi insandır. O, fıtratındaki potansiyeli koruyup geliştiren şahsiyet sahibi kişidirYüce dinimiz İslam’ın gayesi, erdemli birey, faziletli toplum ve huzurlu bir dünya inşa etmektir. Bu gayeye uygun bir hayatın en önemli göstergesi de iman ve istikamettir. Dünyevi ve uhrevi boyutuyla hayatı anlamlandırma hususunda en büyük imkân olan iman, her türlü batıl düşünce ve anlayıştan kalbi arındırarak samimiyetle âlemlerin Rabbine bağlanmaktır. Gözetilmesi ve korunması istenen maddi ve manevi tüm değerlere emanet bilinciyle sahip çıkmak adına Allah ile yapılmış bir ahittir. Bu bağlamda bilgi, tefekkür ve tecrübelerle tahkiki boyuta taşınmış bir iman, insana yaratılış gayesini ve sorumluluklarını hatırlatan, kimlik kazandıran ve onu özgürleştiren büyük bir nimettir. Aynı zamanda insanı Allah’ın rahmet deryasına daldıran, lütfuna mazhar kılan ve en doğru olana yönelten ilahi bir rehberdir. Rabbimizin “Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine ulaştıran dosdoğru bir yola iletecektir.” fermanı, bu hakikate vurgu yapmaktadır. (Nisa, 4/175.) Bu ayet, aynı zamanda imanın hem gereği hem de neticesi olarak istikamete (sırat-ı müstakime) işaret etmektedir.
İstikamet ise Kur’an ve sünnet ilkeleri doğrultusunda asil bir duruşa karşılık gelmektedir. Bu yönüyle kuşatıcı bir kavram olan istikamet, imanla Allah’ın emniyetine sığınmak, imanı ibadete ve güzel ahlaka dönüştürmek, fıtrata uygun olmayan ve yaratılış gayesinden uzaklaştıran her türlü söz ve davranışı terk etmek anlamını içermektedir. Bir başka ifadeyle istikamet, söz, düşünce, tutum ve davranışların, “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hud, 11/112.) ilahi fermanı doğrultusunda karar ve anlam bulmasıdır. Anlamını yitirmiş bir hayatın, varoluş amacından sapmalar barındırdığı aşikârdır. Zira hayatı anlamlı kılan değerler, insanın varoluş gayesi ekseninde şekillenmektedir.
Allah’ın peygamberleri aracılığıyla vazettiği bütün hüküm ve değerler, bizzat insanın yeryüzünde ilahi bir kararla var edilmesinin, dolayısıyla varoluş gayesinin tezahürleridir. Bu sebeple insanın varoluşa, hayata, ölüm ve sonrasına dair sorularına doğru karşılık bulmasının yolunu açacak en temel değer imandır. İmanla yönünü belirlemiş bir mümine düşen, istikamet üzere kalarak varoluş amacına doğru yol almaktır. Her hâlükârda kötüye karşı iyiden, yanlışa karşı doğrudan, harama karşı helalden, zulme karşı adaletten yana tercihte bulunmaktır. Nitekim ölümün ve hayatın yaratılış amacı da kimin iman ve istikamet üzere yaşayacağını ortaya çıkarmaktır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2.) Her sözüyle hayatımıza rehber olan Hz. Peygamber (sas) ise kendisine İslam’ı soran birisine hitaben, “Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 38.) cevabıyla dünya ve ahiret saadetinin yolunu beyan etmektedir.
İman ve istikamet hususunda müminler için en güzel örnek, hiç şüphesiz Peygamber Efendimizdir. Cenab-ı Hak, inanç, ibadet ve ahlakta istikametin yolunu göstermek için rahmetinin bir tecellisi olarak onu insanlığa rehber seçmiş; sırat-ı müstakimin ve güzel ahlakın gerektirdiği davranışları onun şahsında insanlığa öğretmiştir. Bu hakikat, Kur’an-ı Kerim’de “(Ey Muhammed) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere gönderilenlerdensin.” (Yasin, 36/2,3,4.) ayetiyle açıkça beyan edilmiştir. Resul-i Ekrem (s.a.s) de “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın Kitabı; yolların en doğrusu ise Muhammed’in yoludur.” (Nesai, Îdeyn, 22.) hadis-i şerifiyle iman ve istikamet üzere yürünecek yolun kılavuzluğunu yapacak iki temel ölçüye dikkat çekmiştir. Bu bakımdan iman ve istikametin gereği, vahyin rehberliğinde ve Allah Resulü’nün örnekliğinde bir hayat yaşamaktır. Vahyi yaşanan bir hayata dönüştüren Resul-i Ekrem gibi güvenilir olmaktır. Özü sözü bir, dosdoğru, dengeli, kararlı ve dürüstçe bir hayatı tercih etmek ve orada karar kılmaktır. Kısacası onun ahlakıyla ahlaklanmak, onun açtığı yolda yürümektir. Zira “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (İbn Hanbel, II, 381.) buyuran Resul-i Ekrem’in (sas) hayatı, her yönüyle zirve bir örnek ve eşsiz bir numunedir.
Ne var ki bugün inancın itibarsızlaştırıldığı, istikametin örselendiği ve dünyevi menfaati yegane hedef kılan yaklaşımların teşvik edildiği bir çağa tanıklık ediyoruz. Bu çağın öne çıkardığı bireyselliğin ve bencilliğin insanlığı sürüklediği sonu gelmez arzu, istek ve ihtiraslar, imanı ve istikameti örseleyen başlıca yönelişler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada yapılması gereken, bizleri zaafa sürükleyen etkenlere karşı iman bilincimizi güçlendirmek ve Cenabı hak’la doğrudan ve güvenli bir bağlılığı her daim diri tutmaktır. Bu da Rabbimizle kurduğumuz en önemli irtibat olan namazın ve diğer ibadetlerin önemini hatırlatmaktadır. Nitekim namazın her rekatında okuduğumuz ayetlerde geçen hidayet ve istikamet talebi, dünyanın oyalama ve aldatmalarına karşı muhkem bir duruşu ifade etmektedir: “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” (Fatiha, 1/6-7.)
mevlidi nebi nin aziz miletimize islam alemine gazze ve filistin halkının selametine dünyamıza sulhve barışa vesile olmasını yüce rabbimizden niyaz ederiz. kandilinizi tebrik ederiz.
İslam, insanı şahsiyetiyle inşa eden bir dindir. İslam’ın ortaya koyduğu ilke ve değerler, bir yandan duygu, düşünce ve davranışlarımızı inşa ederken diğer yandan da kişiliğimizin olgunlaşmasına katkı sağlar. Hayatın anlam ve gayesine, varlığın kökeni ve serüvenine, bilginin kaynağı ve sıhhatine, iyi, kötü ve estetiğe dair tüm sorular, İslam’ın inşa etmek istediği Müslüman şahsiyetinde cevaplarını bulur. Müslüman şahsiyetini oluşturan en önemli imkân, dünyayı ve ahireti anlamlandıran imandır. İman, kişiyi kulluk yolculuğundaki savrulmalardan koruyup ebedî mutluluğa ulaştıran en büyük hazinedir. Müslüman şahsiyetinin sapasağlam olmasında imandan sonra gelen, kulu Rabbine yaklaştıran ibadetler ve ibadetlerin somut neticesi olan güzel ahlaktır. Kişinin maneviyatını besleyen bu iki değer, zihnini ve gönlünü Rabbine bağlamış Müslümanın ayırt edici vasfıdır. Bu sebeple Müslümandan beklenen imanının göstergesi olan ibadetlere ve güzel ahlaka yönelmesidir. Çünkü ibadet, onun yaratılış gayesi ve kulluğunun özüdür. Güzel ahlak ise zihnini inşa eden ve ona şahsiyet kazandıran yüce davranışların tamamıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “İçinizden Allah’ın lütfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.”1 O halde bize düşen, Peygamber Efendimizin örnekliğinden bir an olsun ayrılmamaktır. Tıpkı onun gibi, temelinde tevhid olan, ibadetlerle mayalanan, ahlakla olgunlaşan bir duruş sergilemektir. İslam’ın izzet ve şerefini kuşanmak, zamana ve zemine göre değişmeyen sağlam bir karaktere sahip olmaktır. Daima hayrın peşinde koşmak, hayırlı işlerde yarışmaktır. Haksızlığa, zulme ve şiddete asla meyletmemektir. Başta anne ve babamız, eşimiz ve çocuklarımız olmak üzere hayat bulan her cana şefkat ve merhametle davranmaktır. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in buyurduğu gibi, “Elinden ve dilinden hiç kimsenin zarar görmediği bir Müslüman”2 olabilmek için gayret göstermektir.“Ayeti kerimede: Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken vadedilen cennetle sevinin!’” mevlidi nebi nin aziz miletimize islam alemine gazze ve filistin halkının selametine dünyamıza sulh ve barışa vesile olmasını yüce rabbimizden niyaz ederiz. Kandilinizi tebrik ederiz.